CASUSLUK MU, SİYASAL ÇAĞRIŞIM OYUNU MU?

Türkiye siyaseti, seçim sathına her girdiğinde garip bir refleks gösteriyor: Gerçek sorunların üzeri, “vatan, millet, beka” kavramlarıyla örtülüyor. Şimdi de aynı senaryo yeniden sahnede: Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen “casusluk” iması… Bu iddia, hem hukuken temelsiz, hem de siyaseten abesle iştigaldir. Casusluk; devlet sırlarını yabancı bir güce aktarma, ulusal güvenliği tehlikeye sokma gibi ağır bir suçtur. Böyle bir suçlamanın dayanağı olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumları harekete geçerdi. Oysa ortada somut bir delil değil, siyasi bir atmosfer yaratma çabası vardır.

İmamoğlu’nun Avrupa’daki temasları, Türkiye’nin çıkarına aykırı değil; tam tersine, Türkiye’nin demokratik saygınlığını savunan girişimlerdir. Yerel yönetim diplomasisi, dünyanın her yerinde meşru bir zemindir. Paris’in, Berlin’in, Brüksel’in belediye başkanları da aynı biçimde uluslararası temaslar yürütür. Bizde ise bu tür temaslar “casusluk” gibi gösterilmek isteniyor. Burada iktidarın temel hedefi siyasi rant sağlamaktır.

Bu iddialar, aslında siyasi korkunun dışavurumudur. Çünkü birileri biliyor ki, halk değişim istiyor. Ve o değişim, artık yerel yönetimlerden taşarak merkezi siyasetin eşiğine dayanmış durumda. Casusluk suçlaması, hukuki bir ithamdan çok, psikolojik bir operasyon gibi duruyor: Rakibini “gayrimeşru” göstermek, onu halkın gözünde devlet karşıtı konuma itmektir.

Oysa unutmamak gereken şey, bir ülkede muhalefet liderleri casuslukla değil, sandıkla cezalandırılmalı ya da ödüllendirilmelidir. Demokratik ülkelerde “casusluk” suçlaması, siyasi rakipleri susturmak için değil, gerçekten ulusal güvenliği tehdit eden olaylar için kullanılır. Ekrem İmamoğlu’nu casuslukla suçlamak, sadece bir kişiye değil, halkın iradesine yöneltilmiş bir ithamdır. Ve bu, Cumhuriyetin yüzüncü yılında, demokrasiye yapılan en büyük darbedir.

Demokrasi, yalnızca seçim günü sandığa gitmek değildir. İftiraya karşı gerçeği, korkuya karşı umudu, suskunluğa karşı sözü savunmaktır. Bugün “casusluk” bahanesiyle susturulmak istenen bir siyasetçi varsa, yarın susturulacak olan hepimiz olabiliriz. Bu yüzden demokrasiyi savunmak, artık sadece bir hak değil, ortak bir görevdir. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”

Doç. Dr. Mehmet Yıldızlar