DEĞİŞİM DEDİK DE!

Meğer kovana çomak sokmuşuz. “Doğru” söylüyormuşum da, “kim dinliyormuş, kim ne alıyormuş da” ve “insanlar neden değişmiyormuş da?” Ha, bir de “seni kaç kişi okuyor?” Sorun ben değilim. Sorun öğrenip değişmeyenler. Birileri yine diyecek, “halkı küçümsüyorlar” diye. Kimileri kızıp öfkelendiğine göre, okuyanlar varmış! Sorun cehalet! Sorun karanlıklar. Sorun beynin içindeki örümcekler. Sorun bir türlü yırtılmayan ağlar!

Kimseyi küçümsemek, aşağılamak, kimseye hakaret etmek gibi bir derdim yok. Ben öğretmenim. Yıllar yılı bana emanet edilen çocuğu bir parçam bildim. Sevdim, baş tacı ettim. Değiştirip geliştirmeye, öğretmeye ve yetiştirmeye çalıştım. Her okurum benim canımdır, ciğerimdir. Saygı duyduğum, önümü iliklediğim, asla yalan konuşmadığım, asla kandırıp aldatmadığım, ikiyüzlü olmadığım, bilmiyorsam “bilmiyorum” dediğim, sonra araştırıp öğrendiğimi öğrettiğim, en saf, en temiz, en masum öğrencilerimdir. Bilebildiğim, becerebildiğim kadar beyinlerinin içindeki karanlık tarafları, sisli, bulanık köşeleri bilgi ve düşünce aracılığıyla aydınlatabilmek, en önemlisi de sorularla düşünmeyi, muhakemeyi, mukayeseyi kazandırabilmektir amacım. Hâlâ çırpınıyorum. Bilmediğim, inanmadığım, güvenmediğim hiçbir bilgiyi, düşünceyi hiç kimseye aktarmadım. Kimse benim düşüncelerime katılmak ve inanmak zorunda değildir. Sorsun, araştırıp öğrensin. Sebep olursam gelişmesine onur duyarım.

Hiçbir iş, öğrenmeden, beynin içinde evirip çevirerek olgunlaştırmadan, özümsenmeden, içselleştirilmeden başarıya ulaşmaz. Sayısız gözlem, inceleme, araştırma yapmadan, verileri karşılaştırmadan, o konudaki bilinenleri öğrenmeden yeni bir düşünceye geçilemez. Bir meyveyi ya da bir ürünü düşünün; çiçek açıyor, tozlaşıyor, yapraklarla büyüyor, su, güneş ve karbondioksit ile besleniyor, bir süre sonra olgunlaşıyor.

İnsan “doğruyu” öğrenecek, doğruyla beslenecek ve düşünecek, doğru hareket edecek, yanlışlarını ayıklayacak; tıpkı bir meyve gibi olgunlaşacak ve değişecek. İnsan bilgiye direnirse, doğruyu hayatından kovarsa, yalana, hileye, hurdaya, aldatmaya meylederse, doğruyu ve gerçeği yalanla, algıyla kirletirse, bilgiye yönelmezse, kendini kandırıp “hayale” inandırırsa, doğrunun ve gerçeğin hiçbir suçu olmaz.

Örneğin: Türk sporu büyük bir şike olayı yaşadı. Cezalar ve engellemeler, karşılıklı suçlamalar gırla gitti. Mahkûm olup cezaevine girenler oldu. Avrupa spor örgütleri devreye girdi, cezayı onadılar. Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinden biri olan Fenerbahçe, Avrupa uluslararası spor müsabakalarından men edildi. Yerine şike ile şampiyonluğu elinden alınan Trabzonspor, Türkiye şampiyonu oldu ve uluslararası şampiyonaya katıldı.

Değişim diyoruz da, aradan on beş yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, şampiyonluk kupası hâlâ Fener’in müzesinde durmaktadır. İktidar, her fırsatta “hukuktan ve hukukun üstünlüğünden, yargının bağımsızlığından” söz ediyor ama kendisi de inanmıyor. Bu ülkede adının önünde bir sürü sıfat bulunan hukukçular var. Bu ülkede hukuka, adalete sahip çıkacak bir sürü insan var. Hukuk otoriteleri, idamı affetme gücü olan bir cumhurbaşkanı ve vicdanı adaletle özdeşleşen milyonlarca insan neden çok net bir tavır ve duruş sergilemiyor ve şampiyonluk kupası Trabzonspor’a verdirilmiyor? Zorbalıkla alınmış bir kupa hâlâ neden Fener’in müzesinde duruyor?

Sağlam kişilik ve karakter varsa, haktan, hukuktan, adaletten ve vicdani kanaatlerden yana tavrımızı, duruşumuzu neden gerçekleştiremiyoruz? Farklı görüş, düşünüş ve kanaatlerde olsak da, neden bazılarımız, tuttuğumuz partiden ötürü, “hayat pahalılığından, enflasyondan, döviz kuru ve altın fiyatlarının aşırı yükselişinden” söz edemiyor? Enflasyondan ötürü paranın satın alma gücünün düşüklüğünü görmezden geliyor. İhalelerin usulsüzlüklerini, özellikle yap-işlet-devret modelinin devleti ve milleti tam bir söğüşleme ve kara deliğe gömme olduğunu görmüyorlar. Vergi adaletsizliğini, çok kazananlardan az, hatta çok büyük şirketlerin vergi borçlarının silindiğini, yetmiyormuş gibi teşvik aldığını, dolaylı vergilerin pahalılıkta büyük rol oynadığını, gayri safi milli hasılanın %90’ını nüfusun %10’unun aldığını, tüm yükün işçi, memur ve köylünün omuzlarına bırakıldığını nedense ağızlarına alıp telaffuz etmiyorlar. %10’un milyar dolarlarını %90’a bölüyorlar, fakire “yıllık 17.000 dolar kazancın var” diyorlar. Bu sözün yalan olduğunu görmeyenler, görmek istemeyenler neyi düşünecek, nasıl değişecek ve değiştirecekler?

İktidara oy verenlerin de enflasyon ekmeğini çalıyor, parasını çürütüyor, değersizleştiriyor, yaşam kalitesini düşürüyor. Bunu düşünmek istemeyenlere daha ne diyebilirim ki?

Doğrunun ve gerçeğin yanında durmayanlar, doğruya, gerçeğe yaşama hakkı tanımayanlar değişebilir mi? Algıya, yalana, sahteliğe inananlar doğrunun ve gerçeğin sahibi olabilir mi? Değişim, gerçek adına ve doğru adına yaşanır. Doğruyu, gerçeği belirleyen bilimdir, bilimin verileridir. Bilimin ve gerçeğin, deneyin sonuçlarını görüp de rivayetlere-söylentilere inananlar nasıl değişecek? Hasta olduğumuzda tedavi ve ameliyat için nereye gidiyoruz? Bunu hiç sorguladınız mı?

Hani şarkıda söylenir ya: “Yemin ettim bir kere, dönmem geri bunu bil.” “Ben bu partiye oy verdim, bir daha başka partiye asla…” Siyaset “en üstün sanattır”, ama bizde çıkarlar için bilgiye, düşünceye, akılcı sözlere ihtiyaç duyulmadan, algılar ve yalanlar üzerine yapılan bir kör dövüşüdür. Seçmen bunu bir görebilse ve kendi çıkarını düşünebilse… Akılda, bilimde, bilgide ve düşüncede değişimi ve dönüşümü kabul etmeyip bir yere mıhlanıp kaldılar. Tarikat ehli bile, bismilsiz rahmansız üretilen en lüks otomobil ve jipleri alıp kullanırken, uçaklarla seyahat ederken, yonga gibi telefonlarla konuşur, en konforlu hastanelerde tedavi görüp ameliyat olurlarken, kaderin felsefesini yapıp zırhlı arabalara biner ve binlerce koruma polisiyle hareket eder; sonra da “helal gıda” diye tuttururlar. Bu, hem canımı sıkıyor, hem beni şaşırtıyor: “Özü sözü bir olmak, Allah rızası için hareket etmek bu mudur? Yoksa bu bir sahtelik midir?”

Değişimin temeli öğrenmedir. Öğrenmeyen değişemez, gelişemez. Öğrenmenin kaynağı da akıldır, bilimdir.

Sevgiyle, esenlikle kalınız.