Dinsel Hoşgörü Maskesi Altında Bir Pontusçuluk Faaliyeti

Ortodoks Fener Rum Patrikliği geldi Sümela’da ayinini yaptı ve gitti. Karşı duruşu olan bizlere rağmen siyasi otorite kendilerine gerekli izni verdi. Bizler ya konunun önemini anlatamadık veya bazı çevrelerce ısrarla konunun önemi anlaşılmasın isteniyor. İlgisi ve hassasiyeti olan bizler bıkmadan milletimize bu gibi sinsi faaliyetleri anlatmaya devam edeceğiz.
Konuyu anlamak için öncelikle siyasal dinciliğin kısa bir tarifini yapalım. Siyasal dincilik, din’in siyasi kimlik ve eylem kaynağı olarak yorumlanmasıdır. Din politik emellere alet edilerek menfaat elde edilmeye çalışılır. Amaç din ve öğretilerini yaymak veya uygulamak değildir. Amaç her yönüyle ve bütün terminolojisi kullanılarak din kurumunun dünyevi siyasal faaliyetlere araç yapılmasıdır.
Siyasal dinciler her dinde vardır. Bu grupları İslam’da siyasal İslamcılık, Hıristiyanlıkta siyasal Hıristiyancılık, Yahudilikte Siyonizm adı altında görebiliriz. Amaçları aynıdır. Amaç dinlerini siyasi faaliyetlerine ve dünyevi hırslarına itici güç olarak kullanmaktır.
Gerçek Yahudiler Siyonistleri kabul etmezler ve Yahudiliğe ihanet etmekle suçlarlar. Haham Yaakov Shapiro ‘’Boş vagon, kimlik krizinden kimlik hırsızlığına Siyonizm yolculuğu’’ adlı kitabında Siyonistlerin Yahudileri temsil etme iddiasını ‘’kimlik hırsızlığı’’olarak tanımlıyor. İngiltere’de yaşayan Haham Elhonon Beck Siyonistlerin Yahudi halkının düşmanı olduğunu söylüyor. Siyonist İsrail devletini Yahudi olarak kabul etmeyen Kanada ve Amerika’da yaşayan binlerce dindar Yahudi 2019 yılında bir yardım gecesi organize ederek İsrail devletinin kendi okullarına yapmak istediği maddi yardımı reddedip kendi aralarında okulları için para toplayarak siyonizmi protesto ederek tepkilerini gösterdi. Bu şekilde pek çok örnek vermek mümkün. Gerçek Yahudiler biliyor ki Siyonistler Yahudiliği alet edip kendi siyasi emellerini gerçekleştirmek peşinde olan ve aslında Siyonist emeller haricinde Yahudilik dinini önemsemeyen siyasal dincilerdir.
İslam’da da Siyasal İslamcıların varlığını biliyoruz. Maalesef dünya dinleri içinde dini siyasete alet eden en büyük toplulukların İslam coğrafyasında olduğunu görüyoruz. Siyasal İslamcılar için İslamın veya Müslümanın iyiliği veya refahı önemli değildir. Onlar için önemli olan yüce dinimiz İslamın politik, sosyal ve finansal zeminlerde kendi topluluklarına ve marazlı zihniyetlerine faydası olacak şekilde kullanılmasıdır. Siyasal İslamcıların İslamın temel kurallarına uymak gibi bir dertleride yoktur. Yalanın ve imanın bir arada durmayacağını vurgular fakat çok kolay yalan söylerler. Haram yemenin hele de yetim hakkının ateşten gömlek olduğunu söyler fakat kendilerine gelince haksız kazancı neredeyse kutsarlar. Fakirliği över, cennete önce fakirler girecek derler ama kendileri en zengin hayatı yaşar en lüks araçlara binerler. Bu kesim için İslam dini kendi refah ve amaçları için kullanılacak çok kullanışlı bir aparattır aslında. Şeriat esasları üzerine kurulacak bir siyaset ve devlet özlemi gerçekte kendi refahlarına kılıf uydurmak isteğinden başka bir şey değildir.
Batı dünyası kendi yapılarının siyasal dincileri olan siyasal Hıristiyanlığa karşı hatırı sayılır bir savaş verdi. Papalık ile ulusalcılar arasında mücadele ulusalcıların zaferiyle sonuçlandı. Özellikle Westphalia süreci siyasal Hıristiyanlığın yenilgisi ve Papalık baskısından kurtulmuş ulus devletlerin zaferiyle sonuçlandı. Bu sürecin sonunda siyasal Hıristiyanlığın temsilcisi olan Papalığın yenilmesiyle Batı dünyası büyük bir atılım yaparak bilim ve teknolojideki gelişmelerle dünyaya hakim oldu ve Hıristiyanlığın batı topraklarında siyasal emellere alet edilmesi engellendi. Laiklik ve sekülarizm anlayışı modern anlamda bu sürecin sonunda doğdu. Dinlere saygı göstermekle birlikte siyasal alanda kullanılmasına engel oldular. Batı dünyası kendi coğrafyasında siyasal dinciliğe izin vermemekle birlikte sömürmek istediği ülkeleri zayıf düşürmek için bu tür faaliyetlere destek vermekte ve hatta bizzat organize etmektedir. Sümela’da yapılan Ortodoks ayin bu duruma iyi bir örnektir.
Siyasal dincilik hangi ülkede olursa olsun sonu mutlak yıkım, acı ve hüsrandır. Bu günlerde Sümela’da yapılan ayinin dinsel görüntü altında bir siyasi çalışma olduğu görünen bir gerçektir. Amaç dini bir faaliyet değil din maskesi altında yapılan bir Pontus faaliyetidir. Peki bunu nereden anlıyoruz? Bunu anlamak için öncelikle Yunan basınının bu ayini nasıl gördüğüne ve hangi anlamları yüklediğine bakmalıyız. Yunan basını bu ayini Helenizm’in son sınırı Trabzon’daki bir Pontus dirilişi olarak görmektedir. Yunanistan’daki derneklerin beyanlarına ve bu derneklerin siyasete yaptığı baskıya da dikkat etmeliyiz. Bu dernekler Yunan hükümeti ve meclisinin bu ayini sahiplenmesinin bir ulusal görev olduğunu söylemekte. Geçen yıllarda ayinde Yunan ulusal marşının yüksek sesle okunması ve Pontus haritaları resmedilmiş giysilerle ayine katılınması ve tepki üzerine tekrarlanmaması bizlere çok şey anlatıyor. Ayrıca Fener Rum Patrikliğinin siciline bakmakta fikir edinmek açısından faydalı olacaktır. Olaya büyük resimden bakarsak amacın Lozan’ı delecek bir şekilde Rum Patrikliğinin Ekümenlik kazanma çabası, bu toprakların aslında Ortodoks Rum nüfusun yoğun olduğu ve sözde Ermeni soykırımında olduğu gibi Türklerce soykırıma uğrayıp yok edildikleri iddiası ile uluslar arası zeminde Türkiyeyi zor duruma düşürme çabası, mümkün olduğunca Rumca konuşan ahaliye ulaşıp eskiden Rum ve Hıristiyan oldukları iddiası ile özellikle genç insanlarımıza asimilasyon çabasını görürüz. Aslında bu çaba ve düşüncelerini sakladıkları da söylenemez. Bu tür faaliyetler içinde olunduğu Atina Üniversitesi ve Yunan gizli servisinin ortak faaliyetleri araştırılırsa çok net görülecektir. Görülmektedir ki masum bir dini faaliyet değil din’in siyasete alet edildiği tam bir siyasi Hıristiyanlık faaliyetiyle karşı karşıyayız.
Bu konu hakkında karar vermeden önce üzerine düşünmemiz ve kendimize sormamız gereken bir soru var. Lozan anlaşması gibi çok zor ve çok yönlü bir süreçte Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bu Rum Ortodoks Patrikliğini neden Türkiye dışına ısrarla çıkarmak istediği halde İngiltere ve Yunanistan ısrarla İstanbul’da kalmasını istedi? O kadar uğraşmamıza rağmen bu Ortodoks Patrikliğini ülkeden atamadık. En sonunda yetkileri ve alanı daraltılmış, faaliyetleri Fatih kaymakamlığının iznine bağlanmış halde kalmasını kabul etmek zorunda kaldık. Acaba Mustafa Kemal Atatürk bu patrikliğin ülke dışına çıkmasını özellikle neden istedi? Atatürk Ortodokslara karşı özel bir husumet mi besliyordu? Elbette değil. Batılı emperyalistler ilk fırsatta sahaya sürmek için bu ihanet şebekesinin topraklarımızda kalmasını istediler. Mustafa Kemal Atatürk birbirlerine karşı ne kadar düşman gibi görülse de zamanı gelince menfaatleri için Siyasal Hıristiyanlığın ve Siyasal İslamcıların nasıl birleşebileceklerini bildiği için bu ihanet odağını ülkemiz topraklarında istemedi. Çünkü bu odakların kendi menfaatleri için Kurtuluş savaşımızda nasıl birbiriyle anlaşıp Türk Milletine taarruz ettiklerini yaşayarak gördü.
Maalesef bu gün de bizler Sümela’da Hıristiyanlığın nasıl siyasete alet edildiğini görüp gelecekte başımıza örülecek sıkıntıların ayak seslerini duymaktayız. Fakat bu tehlikeyi maalesef dinsel hoşgörü masallarına inanan bir kısım insanlara anlatamıyoruz.
Mensubu olduğum ve başkanlığını yürüttüğüm Yeni Yüzyıl Düşünce Derneği gibi vatansever oluşumlar olduğu sürece bu tür girişimler başarıya ulaşamayacaktır. Bizler her durumda milletimize bu tür ihanet odaklarını ve faaliyetlerini anlatmaya ve karşı durmaya devam edeceğiz.