DOST SOHBETLERİ

Olumsuzlukları Değil, Güzellikleri Çoğaltalım

Bir dost meclisi… Sıcak bir çay, samimi yüzler ve tatlı bir sohbet umudu. Ama ne yazık ki, çoğu zaman bu umut yerini bir şikâyet korosuna bırakıyor. Biri siyasetin ne kadar bozulduğundan dem vuruyor, diğeri ekonomik sıkıntılarını rakamlarla dökmeye başlıyor. Sözü alan bir başkası adaletsizlikten, liyakatsizlikten yakınıyor ve o güzelim sohbet ortamı, hepimizin zaten bildiği, her gün duyduğu ve yaşadığı sorunların bir tekrarı haline geliyor. Günün sonunda, bir araya gelerek moral bulmayı umarken, aslında omuzlarımızdaki yükü daha da ağırlaştırarak ayrılıyoruz.

Peki, neden böyleyiz? Neden mutluluğu ve huzuru ararken, adeta kendi ellerimizle bir mutsuzluk duvarı örüyoruz?

Bu durumun elbette sosyolojik ve psikolojik sebepleri var. Ortak dertlerden konuşmak, en kolay bağ kurma yöntemlerinden biridir. "Aynı gemideyiz" hissi, bizi birbirimize yakınlaştırır. Sürekli maruz kaldığımız haber akışı ve gündemin ağırlığı da ruh halimizi doğrudan etkiler. Ancak asıl tehlike, bu durumun bir alışkanlığa, bir kimliğe dönüşmesidir. Şikâyet etmek, bir süre sonra en iyi bildiğimiz, en rahat ettiğimiz iletişim biçimi haline gelir. Olumsuzluklar, zihnimizde o kadar çok yer kaplar ki, hayatın içindeki binlerce güzelliği, iyiliği ve umudu görmezden gelmeye başlarız. Tıpkı güneşli bir günde, sadece küçük bir bulut parçasına odaklanıp bütün gökyüzünün karanlık olduğuna kendimizi inandırmak gibi.

Unutmayalım ki, dilimizin söylediği her söz, zihnimizin ve ruhumuzun toprağına ekilmiş bir tohumdur. Sürekli kuraklıktan, verimsizlikten, fırtınadan bahsedersek, o topraktan bereketli bir mahsul bekleyebilir miyiz? Elbette hayır. Söz, bir enerjidir ve biz neyi tekrar edersek, hayatımızda onu çoğaltırız.

Peki, bu döngü böyle mi gitmeli?

Bu yanlış tutumdan kurtulmak, imkânsız değil. Bu bir tercih meselesidir ve küçük adımlarla büyük bir zihinsel devrim yaratabiliriz.

Bu yazıyı okuduktan sonra; bir dahaki sefere bir arkadaş ortamına girdiğinizde, şikâyet sarmalı başlar başlamaz, dümeni nazikçe başka bir yöne kırın. "Arkadaşlar, evet bu sorunlar hepimizin malumu. Ama gelin bugün biraz da güzel şeylerden bahsedelim. Bu hafta başınıza gelen en güzel şey neydi?" gibi basit bir soruyla sohbetin akışını değiştirebilirsiniz. Başta yadırgansanız bile, insanların içten içe buna ne kadar hasret olduğunu göreceksiniz.

Zihnimiz, neye odaklanırsak onu büyütür. Her gün, hayatınızdaki en az üç "iyi ki"yi veya şükrettiğiniz bir şeyi düşünün. Yolda gördüğünüz rengarenk bir çiçek, bir çocuğun masum gülümsemesi, içtiğiniz kahvenin kokusu, sevdiklerinizin varlığı… Bu küçük ama değerli anları fark etmeye başladığınızda, hayatın ne kadar zengin olduğunu göreceksiniz. Anlatacak ne kadar çok olumlu hikâyeniz biriktiğine şaşıracaksınız.

Sadece sorundan bahsetmek, enerjimizi tüketir. Bunun yerine, "Bu konuda ben ne yapabilirim?" diye sormayı deneyin. Çevrenizdeki birine yardım etmek, bir fidan dikmek, işinizi en iyi şekilde yapmak, birine içten bir teşekkür etmek… Dünyayı değiştiremesek bile, kendi küçük dünyamızı güzelleştirebiliriz. Ve unutmayın, güzellik bulaşıcıdır. Sizin yaktığınız bir mum, başka mumları tutuşturabilir.

Nasıl ki kötü haberler hızla yayılıyorsa, biz de tam tersini yapabiliriz. Ülkemizde ve dünyada yaşanan güzel gelişmeleri, başarı hikayelerini, ilham veren insanları takip edin ve çevrenizle paylaşın. Bilimdeki bir ilerlemeyi, sanattaki bir başarıyı, toplumsal bir dayanışma örneğini konuşun. Gündemi bizim belirlememize izin verin.

Elbette sorunları görmezden gelmek, her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranmak çözüm değil. Mesele, sorunların varlığını inkâr etmek değil, sorunların hayatımızın tamamını esir almasına izin vermemektir. Mesele, bataklığa değil, bataklığın kenarında açan nilüfer çiçeğine odaklanmayı seçmektir.

Gelin, bugünden itibaren bir karar alalım. Bir araya geldiğimizde, birbirimizin moralini tüketmek yerine, birbirimize umut aşılayalım. Dertlerimizi paylaşalım ama o dertlerin içinde boğulmayalım. Başarılarımızı, sevinçlerimizi, hayallerimizi daha çok konuşalım.

Çünkü bu ülke, bu toplum, bu güzel insanlar yorgun ve karamsar olmayı değil; üretmeyi, sevinmeyi ve geleceğe umutla bakmayı hak ediyor. Ve bu değişimin ilk adımı, dilimizden dökülecek o sihirli, olumlu ve hayat dolu kelimelerle başlayacak.

Hadi başlayalım…