ELEŞTİRİNİN DİLİ

Türkiye’de demokrasi, siyaset kurumunun işleyişi kadar, kullanılan dilin niteliğiyle de ölçülür. Son günlerde CHP lideri Özgür Özel’in İstanbul İl Başkanlığı’na dair gelişmeleri “yasal darbe” şeklinde tanımlaması, iktidar–muhalefet ilişkilerinde tartışmaları yeniden alevlendirdi. Buna karşılık AK Parti Sözcüsü’nün “siyasi navigasyon problemi” şeklindeki cevabı da siyasetteki dilin kutuplaştırıcı yönünü gözler önüne serdi.

Akademik literatürde “darbe” kavramı, yürütme gücünün seçim dışı yollarla değiştirilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, yargı süreçlerine dair her tartışmanın böylesi ağır bir kavramla nitelendirilmesi, siyasetin kavramsal meşruiyetini zedeleyebilir. Bu, yalnızca iktidarı hedef alan bir eleştiri değil; aynı zamanda toplumun demokratik kurumlara duyduğu güveni de sorgulatır.

Bununla birlikte, muhalefetin eleştiri hakkı elbette tartışılmazdır. Demokrasi, iktidarın hesap verebilirliği kadar muhalefetin özgürce konuşabilmesiyle de ayakta kalır. Ancak siyaset bilimi açısından bakıldığında, eleştirinin etkinliği yalnızca sertliğiyle değil, aynı zamanda çözüm odaklı ve ikna edici olmasıyla ölçülür. Tek taraflı, abartılı veya hamasi bir dil, muhalefeti kısa vadede tabanına güçlü görünür kılabilir ama uzun vadede toplumsal ikna gücünü zayıflatır.

İktidar cephesinin de bu noktada dikkat etmesi gereken husus, eleştirilere verilen yanıtların toplumsal kutuplaşmayı beslememesi gerektiğidir. “Navigasyon problemi” ifadesi, meseleyi küçümseyen bir söylem olarak algılanabilir ve karşı tarafın duygusal tepkisini güçlendirebilir. Oysa siyaset, yalnızca rakibi eleştirmek değil, aynı zamanda ortak bir toplumsal dil inşa etmektir.

Türkiye’nin bugün ihtiyacı, siyasetin iki tarafının da kurumsal meşruiyeti aşındırmadan kendi tezlerini ortaya koyabilmesidir. Muhalefet, yalnızca iktidarı eleştirmekle kalmayıp somut politika önerileri sunmalı; iktidar da bu eleştirileri tamamen reddetmek yerine yapıcı bir tartışma zemini açmalıdır.

Sonuç olarak, demokrasi yalnızca bir “sandık demokrasisi” değildir. Demokrasi, aynı zamanda dil, üslup ve diyalog demokrasisidir. Eğer siyasetçiler, söylemlerini toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde geliştirirse, hem kurumların itibarı korunur hem de demokratik kültür daha da güçlenir.

Türkiye, kendi geleceğini inşa ederken, “çatışma dili” değil, “uzlaşı dili” üretmek zorundadır. Çünkü siyaset, yalnızca tarafların yarışı değil; aynı zamanda ortak bir toplumsal sözleşmenin inşasıdır.