Gölgede Kalan Siyasi/İdeolojik Çürüme

Ekonomik çöküntü ülkemizdeki bütün dengeleri alt-üst etti. İnsanlarımızın temel gereksinimlere ulaşabilme olanağı büsbütün daraltıldı, neredeyse olanaksız duruma getirildi. Barınma sorun olmaya, eğitim-sağlık başta olmak üzere devletin sağlaması gereken olanaklar parayla alınmaya ve lüks sayılmaya başlayınca günübirlik “çözümler” ile halk oyalanmakta artık. Okumanın, niteliğin, çalışkanlığın, yeterliliğin ve emeğin karşılığı alınamamakta tam tersi değersizleştirilmekte.

Bu çıkmaz sosyal dokuya/yapıya ve değerler toplamına da etki etmekte. Giderek bir çözülmenin ve çöküntünün, dolayısıyla yıkımın arifesine yaklaştığımızı “etkili” ve “yetkililerin” ne yazık ki kavramaktan uzak oldukları yaptıkları politik söz ve eylemlerden anlaşılmakta. Ön plana çıkan siyaset sahnesi buz dağının su üstündeki görüntüsüdür dense yeridir. Siyasi atışma, sataşma ve çirkinleşen “mücadele yöntemleri” ve araçları bir çürümenin mutfağını oluşturmakta. Böyle sınırlı ve sadece dar açıdan bakıldığında egemen siyaset haklı olarak sorgulanmakta, ilgili aktörler suçlanmakta, kişisel yetersizlik eleştirisi genel siyasetten bağımsız öne çıkmakta.

Özellikle gündem belirlemede pek mahir olanlar, iki ana kümede siyasileri ayrıştırmakta. Aralarındaki çelişkileri ve tutarsızlıkları merkeze oturtarak “sistem” diye adlandırılan artık ucubeleşen yapının suçlarını/sorumluluklarını gölgelemekte. Böylece kişilerin eksiklikleri, hata ve yanlışları “insan bozulması” diye nitelendirilip değerlendirilerek bir bakıma “sistem” aklanmakta. Sistem karşıtlığının siyasi arenadaki varlığı yok sayılmakta ya da öyle sunulmakta. Bu bağlamda soruna tanı koymak sorunu çözmek için önemli bir çıkış noktası olacaktır. -Bu konunun geniş çalışmasını 2024 Mayıs ayında KIYI yayınlarından çıkan “Türk Devriminin Rota Arayışı/ Hangi Üçüncü Yol” adlı kitabımda ele aldım. Okuyucularıma ve ilgi duyanlara anımsatmak isterim-

Sorunsalın kökenine inip, kaynağını saptamak ve buna uygun çözüm irdelemek varken kolaya kaçıp siyasi rakibini kişisel ölçekte yermek, günü kurtaran anlayışla politik davranmak siyaset kurumunda alışkanlığa dönüştü. Kuşkusuz insan yapısı namusu, onuru, adaleti, hakkı, hukuku ve de “abdest” i önemser. Ancak bu yapının ve benzer değerler toplamının zaman içerisinde ve değişen koşullarda başkalaşım gösterebileceği de sık görülen bir olgu bizim ülkemizde. Bu yazının konusu olmamakla birlikte bir önceki cümleden hareketle belki eğitimin ne için neden ve nasıl yapılması, hangi amaçlara hizmet etmesi gerektiği tekrar sorgulanır, buna uygun izlence ve alt yapı oluşturulur diye umuyorum.

Toplumsal konulara değinirken hemen bütün yazılarımda kişi hatalarının, eksikliklerinin olabileceğini ama esas sorunun yapısal olduğunu vurgulamışımdır. Yapısal sorunun da bir iskelet gibi eğilip bükülmeyen, düşünce bağlamında ilkeleri olan köşeli bir duruşu gerektirdiği, aynı zamanda bir düşünsel sistematiğe dayandığı ve bir dizi değerleri barındırdığı bilinmelidir. Dönemsel/konjektürel koşullar, değişkenler ve değişiklikler ana eksene zarar veremez, vermemelidir. Oysa iki ana eksende karşımıza çıkan belirgin siyaset iskeletten yoksun bir politika ile günü kurtarma savaşımı vermekte. Bunun için alabildiğine ödün vererek iktidar heveslerini olması gereken ilkelerine feda etmekteler. Ya da konuyu kişisel ikbal sorunu yaparak yine ideolojik kaypaklık göstermekte. Dahası ülkenin ve Cumhuriyetin varlığı vegeleceği için olmazsa olmaz sayılan anayasal-yasal-hukuksal düzenleme ve ilkelerden uzaklaşmak “değişim” adıyla meşrulaştırılmaya çalışılmakta.

Elbette iktidarda kalma ya da iktidar olma hırsı siyasi savaşım açısından yöntem zenginliğini ve taktik becerisini gerektirir. Ancak bu aşamada gözlenen ve yapılmak istenenin bundan öte bir siyasi çaba olduğu ap açık sırıtmakta. Adını doğru ve tam anlaşılır koymalı. Açlığa, yokluğa ve yoksunluğa tutsak edilen nüfusumuzun yüzde doksana yakını, çocuğu-genci-çalışanı-işsizi-kadını-erkeği ve emeklisiyle insanımız yaşama tutunmaya çalışırken ayağının altından bir şeylerin kaydığını/kaydırıldığını görmekten/görebilmekten uzak tutulmak isteniyor.

Dahası bunu görmesi ve buna uygun siyaset yapıp kitlelerin beğenisini kazanıp büyük bir yaptırım gücüne ulaşarak iktidar seçeneği olması gereken ve kendini “sol”, sosyalist”, “ulusalcı”, “halkçı/kamucu” ve de “sosyal demokrat” tanımlayan kimi çevreler bir kez daha şapkasını önüne koyup düşünmeli! Öte yandan “Demokrasi” savıyla sistemle bütünleşme çabasını gizli ya da açık pazarlıklarla yürüten yaygın bir anlayış yukarıda sıraladığım akım ve anlayışlara sığınarak onların ideolojik ilkelerine hiç de uymayan bir yaklaşım sergilemekte.

Ne mi yapmakta bu şaşkınlar Cumhuriyeti yıkıp “Yeni Osmanlı” yı yeniden kurmak isteyen ümmetçi-şeriatçı cephenin ekmeğine yağ sürmekte, cephanelerine silah taşımaktalar!

Ne mi yapmakta bu şaşkınlar Cumhuriyetin ve Türk Devrimi’nin ilkelerini tartışmaya açmakta ve ödün koparma peşinde koşmaktalar!

Ne mi yapmakta bu şaşkınlar özellikle ulusalcılığı tartışmaya açıp, kapatılması gereken bir parantez olduğunu ileri sürmekte! Ne mi yapmakta bu siyasi “kurmay heyet” ve basın ayağı değişik kollardan saldıran ve asıl hedefleri 2. Cumhuriyeti ilan etmek olan dahili ve harici bedhahlara yol açmak!

Hani bu ülke, Türkiye’m, bu ülkede yaşayanlara bırakılamayacak denli önemliydi ya birileri buna bilinçli ya da bilinçsiz hizmet etmekte! İşte siyasi çürümenin önlenemez yükselişi! Sizce de asıl sorun bu değil mi?

-Yarınlar Güzel Olacak-