HALK İÇİNDE HALK GİBİ…

Tumturaklı sözlerden ve pırıltılı gösterişlerden uzak… “ Yolda ilk karşımıza çıkan insanla konuşur gibi yazmalı.”  Diye öneren Montaigne, yapaylıktan, bilgiçlikten, sıkıcılıktan kaçınmanın yolunu da bir biçimiyle ardıllarına işaret ediyor.

Yalın, rahat, konuşur gibi, hem de yolda ilk karşınıza çıkan insanla konuşur gibi… Okur bizimle aynı bakış acısına sahip olmayabilir, bunu gayet doğal karşılamalıyız, ama yazımızı okurken   “o mu doğru yazıyor, yoksa ben mi doğruyu biliyorum?” diye bir kuşku büyümeli içinde…

Bu insani dokunuş yaşamın olağan seyri içinde sonuç alıcı bir yöntem olarak çokça karşılık bulsa da, içinde bulunduğumuz koşullarda bu öneriyi  uygulayacak olanlar kalem dahi oynatamayacakları süreçlere hazır olmalıdırlar!.. zira insanlar kimliksizleştirilerek; kesintisiz korku hali içinde sindirilmiş ya da işsiz aşsız sadakaya muhtaç hale getirilip, bitkin, bedbin ve umutlarını tüketmiş bir halde… kuşça canını koruma cabası içine düşmüş haldedir…

Kabahatin çoğu bu teslimiyetçi hali içselleştirmiş olanlarda bulunsa da;  Ben yine de “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir”  deyip sırca köşklerine çekilen kolaycılığa katılmıyorum!

Şayet bende, böyle düşünüp kolaycılığı öncelleyenlere katılmış olsa idim; ne yazardım ne de konuşurdum… Kimilerine göre popülizm olarak algılansa da; Her şeyin bitti denildiği bir zor zamanda, iki ayağı üzeri doğrulup “yetti gayri”  diye haykıran bu halka ben inanıyorum ve güvenini sürdürmek istiyorum…

Halkımızın; ağırbaşlı, bilge, suskun ama düşünen (İsmet İnönü’ye göre Çarıklı Erkanı harp) bilen ama güvenmeyen… kifayetsiz muhterisler tarafından çokça yanıltıldığı için kabuğuna çekilmek durumunda kaldığını düşünüyorum!

Halkımız yıllar yılı emperyalizmin vahşi saldırganlığıyla boğuşmaktan yorgun ve bitap düşmüştür. Korumasız, yalnız, umarsız kalmıştır…

Halkımızın kurtuluşu özüne dönmesindedir… evrensel-çağdaş  kültürle buluşup, emperyalizmin her türlü oyununu bilimle, fenle bozmasında yatmaktadır.

Farklılıkları zenginliğe evirerek; birbirimizi severek, destekleyerek, dayanışarak karanlıkları aydınlığa çıkartabiliriz o zaman…

Birbirimizle olan iletim kanallarını; Gazetelerimizi, Dergilerimizi, Radyo-TV.lerimizi, Partilerimizi, Demokratik kitle örgütlerimizi yaşatmalıyız. Yazarlarımızla-çizerlerimizle düşün insanlarımızla dayanışma lıyız.

Çünkü onlar; halkımızın, toplumumuzun soluk alışıdır. Onlar, halkımızın toplumumuzun can suyudur… yediveren çiçeği…  umududur.

Kendine ayrıcalık vehmedip “bataklıkta bir çiçek”  olarak gören anlayışların ötelenmesinin vakti gelmişte geçmektedir dostlarım!  Biz hep birlikte bu toprakların ürünüyüz, Topraktan öğrenip, kitapsız bilen… Hoca Nasrettin gibi ağlayıp, Bayburtlu Zihni gibi gülen bu  çilekeş  ama o denli vefalı ulusun bağrından kopup gelenleriz.

Biz halkız, nice nice ölümlerden doğanlarız! Ne de güzel betimlemiş Neruda;

“Benim hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır.”  Diye…

Öyle özlü buluyorum ki ben bu sözü, öyle içine girmek istiyorum ki!

Dostlarım… Özgünlüğümüze ve bize ait olan tüm değerlerimize sahip çıkıp, karşı kültüre ve onun dayatmalarına karşı çıkmak boynumuzun borcudur.

Evrensel-çağdaş değerlere sahip çıkıp, Cumhuriyet’e ve bu güzelim yurda   karşı olan ertelenemez ödevlerimizin ayırdında olmalıyız.

Bağımsızlık Benim Karakterimdir diyen Büyük Atatürk’ün işaret ettiği gibi;

“Türkiye Cumhuriyetinin temeli; bilimdir, fendir, kültürdür.”

Ötekileşmenin tutsaklığından azade… Halk içinde halk gibi,  Atatürk gibi içtenlikle sarmal …güzel bir hafta diliyorum.