HER GÜN YENİ BİR DÜNYA 

1789 Fıransız İhtilali, dünyaya yeni bir düzen, yeni bir anlayış, yeni bir düşünce tarzı getirdiği gibi “yeni bir çağın” doğmasına da neden oldu. Yurttaşlık hakları, insan hakları, ulusların ortaya çıkması, imparatorlukların yıkılması, ulus devletlerin kurulması gibi siyasal ve kültürel olayların ortaya çıkmasını sağladı. Laiklikle, inançların suçlanıp aşağılanmasına ve din savaşlarına engel olundu, akılcılık ve aydınlanma inancın yerini aldı.

“Sömürgeler”, imparatorluklar gibi dağılıp parçalanmadı, üstelik daha da ağırlaştı. Fıransız, İspanyol, Portekiz, Hollanda, İtalya sömürgelerinden söz etmeyeceğim. Onların karakteriyle aynı olan İngiliz sömürgelerini anlatacağım: Mısır, Arabistan, Suriye, Ürdün, Irak ve Hint Kıtası; o Hint Kıtası ki, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Myanmar gibi İslam ülkelerini ve toplumlarını içinde barındırıyordu. Bağımsız gibi görünse de Osmanlı İmparatorluğu, kapitülasyonlardan ve sanayileşen ülkelerin pazarı olmaktan ötürü “yarı sömürge” durumundaydı. En büyük pay Fıransızların, İngilizlerin, Hollandalıların elindeydi. Başta Padişah olmak üzere Osmanlı yöneticileri, çıkarları gereği İngilizlerin sözünden dışarı çıkmıyor, onlara danışmadan iş yapamıyordu. Hem siyasi, hem de ekonomik yönden anlı şanlı imparatorluğu parmaklarının ucunda oynatıyorlardı.

Bağımsızlık, özgürlük, “insan olmakla” eşdeğerdedir. İnsan gibi yaşamanın tek koşulu “bağımsız ve özgür olmaktır.” İnsani değerler ancak özgürlükle, bağımsızlıkla anlam ve değer kazanır. 

Fıransa’da sanayileşmeyi gerçekleştiren burjuva güçlenmişti. Ekonomik, kültürel ve siyasi yönden ülke yönetimini “ihtilalle” ele geçirdi. Yarattığı değişim ve dönüşümlerle tüm dünyayı etkiledi. Eski düzenler yıkıldı; her toplum yeni düzen içinde yerini aldı. Dağılan imparatorlukların toprakları üzerinde sayısız bağımsız devletler kuruldu. Gücün kaynağı sanayileşerek üretmek, satmak, gelişmek, zenginleşmekti... / Sanayi toplumunu kurdular.

Osmanlı gibi direnenler, akılcılığa, bilime, teknolojiye karşı çıkmayı “başarı” gibi gördüler. İhtilalin getirdiği düşüncelerin ve sanayileşmenin dışında kalarak sömürgeleşti, kaynakları gelişen ülkelerin eline geçti. İngiltere salt ekonomik yönden değil kültürel yönden de, “sömürgesi” olan ulusların dillerine müdahale etti, “İngilizceyi” resmi dil olarak dayattı. İngilizceyi ve İngiliz kültürünü” düşünce üretecek kadar değil, “İngiliz’e uşaklık edecek” kadar öğretti. 

Her yerde, her eyalette örgütlü-örgütsüz direnişler oluştu. “Her toplumun kaderini tayin etme” hakkını Fıransız İhtilalinden öğrendiler. Sömürüye karşı uluslararası işbirliğine gidildi. Yerel kahramanlar etkili oldu. Anti-emperyalist direnişler işgal güçlerini zorladı. Uluslar umutlandı.  

Mahatma Gandi, Cemalettin Afgani, Muhammet İkbal, Mısırda Müslüman Kardeşler İngiliz’e karşı en güçlü direnci gösterdiler. Ezilen, sömürülen uluslara umut ışığı oldular. Mısır, Hindistan kısa bir sürede bağımsızlaşamadılar. 93 Savaşı’ndan sonra yapılan “Berlin Konferansında (II. Abdülhamit) Sarayı ve Osmanlı çıkarlarını koruma karşılığı, Kıbrıs’ı İngiltere’ye bıraktı (1878). İngiltere Süveyş Kanalı’nın kontrolünü sağladı. Daha sonra Fıransa tarafından kanalın açılmasıyla önemi daha da artan Mısır’ı işgal etti-1882”. 

Bağımsızlık için Mısır 1955-56 yıllarını, Hindistan 1858’den 1947’ye kadar beklemek zorunda kaldı.  Mustafa Kemal ve Türk ulusu bağımsızlık mücadelesi Mısır’dan da, Hindistan’dan da çok öndeydi. İzmir’e çıkan ve işgal eden Yunanların Hasan Tahsin’i öldürmesi, resmen bağımsızlık hareketinin fitilini ateşledi; kurtuluş eylemsel olarak bu hareketle başladı.

Emperyalizme direnmek, karşı olmak, sömürüye son vermek; bağımsızlık için emperyalist ülkeleri kovmak başkadır, akla, bilime, teknolojiye, sanayiye karşı olmak daha başka bir şeydir. İslam ülkeleri “emperyalizme karşı oluyorum” derken akılcılığa, bilime, teknolojiye, sanayiye, yurttaşlık ve insan haklarına da karşı oldular. Çok revaçta görülen Müslüman Kardeşler de İngiliz’e düşman olurken, aynı düşmanlığı “Batılılaşma” denilen ve mutlaka alınması, öğrenilmesi gereken “akla, bilime, teknolojiye, sanayiye” karşı da göstermiştir. “Ben telefonu, otomobili, uçağı, gemiyi, ilacı alırım, ama bunları yapan, üreten aklı, bilimi, teknolojiyi, sanayiyi almam” diyemezsin, “onlar yapıyorsa aynı bilgi ve düşünce ile sen de yapacaksın.” Osmanlı iki yüz yıl bu inatla direndi ve yok oldu. İslam ülkeleri bu inatla direniyor ve yok olacaklar; köle olarak kullanılmaktan kurtulamayacaklar.

Hindistan bugün bilişimde, elektronikte, dijitalde, yazılımda dünyanın bir numarası ve bu alanda dev adımlarla yürüyor. Tıpta ve tıp hizmetlerinde Hindular dünyanın aradığı insanlardır.

İslam ülkelerinde-Türkiye de dahil böyle bir başkaldırıyı ve varoluşu gerçekleştiren bir ülke var mıdır? Tüm Müslümanlar “karşı oldukları Batı’dan” ellerini açtılar ve bekliyorlar, versinler de ihtiyaçlarını karşılasınlar. Ya Batı vermese ne olacak? / İnsan ar eder, utanır, sıkılır. 

Teokratik yönetimlerinden daralan, bunalan, ülkesini yaşanmaz gören ve kaçan Müslümanlar, ölümleri pahasına da olsa, Batı’ya sığınıyorlar, Suudi Arabistan’a değil. Hala gözlerimizi açmayacak ve Türkiye’nin Cumhuriyet’le geldiği yeri göremeyecek miyiz?

Sevgiyle, esenlikle kalınız…