İKTİDAR KİM, MUKTEDİR KİM?

İKTİDAR KİM,

MUKTEDİR KİM?

Türkiye siyaseti, son günlerde Cumhur İttifakı'nın iki ana bileşeni olan AK Parti ve MHP arasındaki gerilimi yakından izliyor. Yıllardır süregelen ve "kader birliği" olarak tanımlanan bu ortaklık, son dönemde yaşanan bir dizi olayla birlikte kamuoyu önünde daha önce olmadığı kadar belirgin bir "bilek güreşi" görüntüsü veriyor. Bu durum, siyasi kulislerde "İktidar (hükümet) kim, muktedir (asıl gücü elinde tutan) kim?" sorusunu yeniden gündeme taşıdı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin hem 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Saray'da verilen resepsiyona hem de diğer bazı resmi Cumhuriyet etkinliklerine katılmaması, bu gerilimin en somut ve sembolik işareti olarak yorumlanıyor. Bu türden üst düzey "protokol krizleri", siyasette hiçbir zaman tesadüfi değildir; aksine, derin bir siyasi mesaj ve "sessiz protesto" anlamı taşır.

Peki, bu gerilimin altında yatan sebepler neler ve bu durum ittifakın geleceği için ne anlama geliyor?

İttifak içindeki en belirgin ve güncel fay hattı, Kıbrıs konusunda ortaya çıkmış görünüyor. Siyasi analizlere göre, MHP lideri Bahçeli'nin son etkinliklere katılmamasının ardındaki temel neden, 19 Ekim 2025'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonuçlarına verilen tepkilerdeki farklılık.

Seçimlerde, Türkiye'nin resmi tezi olan "iki devletli çözüm" yerine "federasyon" tezine daha yakın duran Tufan Erhürman'ın cumhurbaşkanı seçilmesi, MHP kanadında sert bir tepkiyle karşılandı. Bahçeli, seçim sonuçlarını tanımadığını belirterek ve KKTC'nin "Türkiye'nin 82. ili" olması yönündeki çağrısını yineleyerek, "milli dava" olarak gördüğü bu konudaki tavizsiz tutumunu net bir şekilde ortaya koydu.

AK Parti kanadının ise bu sonuca daha "pragmatik" ve sessiz yaklaştığı, fiili durumu kabullendiği gözlemlendi. Bu durum, MHP tarafından, AK Parti'nin "iki devletli çözüm" tezini yeterince güçlü savunmadığı ve uluslararası baskılara (özellikle ABD ve AB) karşı direncini yitirdiği şeklinde okundu. "Amerika'ya taviz mi verildi?" sorusu, tam da bu noktada, Bahçeli'nin hassasiyetinin bir yansıması olarak kulislerde dile getirilen bir iddiayı yansıtıyor. Bahçeli'nin "sessiz protestosu", bu iddiaya ve ulusal çıkarların zedelendiği algısına yönelik bir uyarı niteliğindedir.

Bir diğer önemli gerilim alanı ise yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde yaşananlar. Son dönemde artan ve kamuoyuna yansıyan bazı tutuklamalar ve soruşturmalar, ittifakın "devlet yönetimi" konusundaki iç dinamiklerini zorluyor.

MHP, bu tür adli ve idari operasyonları, kendisine karşı yürütülen bir "komplo" veya devlet içindeki etki alanını daraltmaya yönelik bir hamle olarak algılıyor.

Bu, "iktidar" olmanın ötesinde, devlet aygıtı içinde "muktedir" olma, yani kilit noktalarda söz sahibi olma mücadelesidir. MHP, yargı ve emniyet içindeki kadrolarının hedef alındığını düşündüğünde, bunu ittifak hukukuna aykırı bir hamle olarak görüyor ve her fırsatta "dolaylı" yoldan bu rahatsızlığını dile getirerek AK Parti'ye mesaj veriyor.

Bu yaşananlar, kaçınılmaz olarak "İttifak biter mi?" sorusunu akıllara getiriyor.

AK Parti içinde, özellikle MHP'nin bilinen "milliyetçi" ve "devletçi" söylemlerinin, partinin kendi "merkez sağ" ve "Kürt" tabanını rahatsız ettiğine dair bir görüş mevcut. AK Parti'nin, MHP ile olan bu zorunlu birliktelikten kurtulmak ve "tabanını rahatlatmak" için bir bahane veya fırsat kolladığı iddiaları, siyasi analizlerde sıkça yer buluyor.

MHP için ise bu gerilim, bir "ayrılma" isteğinden çok, ittifak içindeki "pazarlık gücünü" ve "kırmızı çizgilerini" yeniden tanımlama stratejisidir. Bahçeli, kritik konularda (Kıbrıs, terörle mücadele, yargı) kendisi olmadan adım atılamayacağını göstererek, ittifakın "ayarını" yeniden yapmak istiyor.

Tam da bu gerilimin ortasında, eski AK Partili olan DEVA ve Gelecek Partisi liderlerinin (Babacan ve Davutoğlu) söylemlerindeki değişim dikkat çekiyor.

Ancak, bu liderlerin son aylardaki (Mart-Temmuz 2025) meclis konuşmaları ve kamuya açık beyanları incelendiğinde, "iktidar güzellemesi" yapmaktan çok, ekonomi ve hukuk devleti konularındaki temel eleştirilerini sürdürdükleri görülüyor.

Bununla birlikte, siyasi kulislerde, AK Parti'nin MHP'ye alternatif olarak bu partilerle bir "merkez sağ" bloğu oluşturma planı yaptığına dair senaryolar konuşulmuyor değil. Bu senaryoya göre; AK Parti, MHP'nin "yükünden" kurtularak daha ılımlı bir çizgiye kayabilir. Ancak bu, şu an için güçlü bir ihtimalden çok, mevcut ittifak içindeki pazarlık sürecini etkilemeye yönelik bir "siyasi kurgu" veya "tehdit kartı" olarak görünüyor. Ne Davutoğlu ve Babacan'ın tabanı böyle bir birleşmeye hazır, ne de AK Parti'nin MHP olmadan meclis aritmetiğini sürdürmesi kolay.

Peki bu bilek güreşinin galibi kim olacak?

Mevcut tablo, Cumhur İttifakı'nda "iktidar"ın AK Parti'de, ancak "muktedir" olmanın MHP'nin onayına ve dengeleyici gücüne bağlı olduğu bir yapıyı gösteriyor. Yaşanan "bilek güreşi", bu dengenin kimin lehine bozulacağıyla ilgili.

Bahçeli'nin son hamleleri, "Biz bu ortaklığın sadece bir parçası değil, aynı zamanda temel direğiyiz" mesajıdır. Kıbrıs, yargı ve güvenlik gibi konularda MHP'nin "kırmızı çizgilerinin" aşılamayacağını göstermiştir.

Önümüzdeki günler, bu "sessiz protesto"nun AK Parti tarafından nasıl okunduğunu gösterecek. Yaşananlar, ittifak içinde yeni bir "mutabakat" ile sonuçlanacak geçici bir kriz mi, yoksa 2028 seçimlerine giden yolda kalıcı bir çatlağın ilk işareti mi?

Cevap; "iktidar" gücünün, "muktedir" olanın taleplerine ne kadar alan açacağına bağlıdır. Bekleyip göreceğiz.