İNSAN VE SEVGİ ÇIKMAZI!

Sevgi, dillerinden düşmüyor insanların. Yaşanılanları gördükçe olur olmaz öyle yerlerde kullanılıyor ve öyle yanlışlıklar yapılıyor ki, tiksinti veriyor, mide bulantısı yapıyor, kusası geliyor insanın. Oysa sevgi ve sevilen göz nurundan değerlidir. Sevgiyi yitirince de yüreği ve beyni yakararak yaşattığı acılarla insanı kökten sarsan bir deprem olduğu geç de olsa anlaşılıyor. / Sevilene yalan konuşulmaz, aldatılmaz, kandırılmaz. Değil yaralamak, öldürmek dayak, azar, hakaret, psikolojik şiddet bile asla…

Sevgi karşılık beklemeden, çıkarsız, yürekten-gönülden yaşanandır. Bir renk, bir koku, bir ışıltı, bir ses, bir dokunuş, bir gülümseme, bir bakış, bir sözcük, bir tat-bir lezzet, bir parıltı, bir şimşektir. Birden kendini aydınlanmanın, derin anlamlanmanın içinde bulmaktır. Yüreği sevinçle doldurmaktır. Çevrede olan her nesneye, her varlığa, her canlıya, cansıza, aya, güneşe, yıldıza farklı bakmak, her bir hücreyi onlarla bütünleştirmektir. Gökyüzü olup sonsuzlaşmak, bulut, rüzgar olup esip savrulmak, yağmur, kar, fırtına olup yağmaktır.

Sevince güneş bir başka doğar, gün bir başka başlar. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler güzelleşir, çiçekler bir başka açar, bir başka kokar. Yaşamak derinleşir, değer kazanır, anlamlanır. Yüreği genişler insanın, sonsuzlaşır.

Sevmek, suçu, günahı yok etmektir. Suçluyu, günahkarı, eksiği, yanlışı aramamaktır. / İnsanlar arasında dil, dil, ırk, renk farkı olmadığını görebilmektir. Aynı yanlışların, aynı günahların, aynı eksiklerin kendinde olabileceğini düşünüp yaşayabilmektir.

Herkes aldatılabilir, herkes kandırılabilir, herkes uyutulabilir. Ama seven asla düşünmez, aklına getirmez aldatılmayı, kandırılmayı, yalan konuşulmayı, inanır sevdiğine, güvenir. Anlamında kalır güzelliğin, sevginin, yaşamanın tadını çıkarır. Kirlenmiş, huzursuzluklarla, kavgalarla, kinle, nefretle çirkinleşmiş yaşamlardan, insanlardan kaçar, uğramaz yanlarına. Her an, her dakika hasretinde kalır güzelliklerin, bal sözlerin, dost insanların. Bir hoş söz dünyalar bahşederken, bir kötü söz kırar, döker, paramparça eder, yıkar insanın dünyasını.

Bir elma niçin sevilir, bir çiçek, bir böcek? Hiç kimse elmadan, armuttan, çiçekten kendisini sevmesini beklemez; bir hanımeli, bir leylak, bir defne ne denli sevilirse sevilsin, kim bekler onlar tarafından sevilmeyi, kim dilenir güllerden, papatyalardan, kasımpatılardan, karanfillerden, orkidelerden, manolyalardan, kamelyalardan sevgiyi? Çiçekler aydınlığı, güneşi severler. Gölgelerden, karanlıklardan kaçarlar, ışığa, aydınlığa, güneşe yönelirler. Filizlerini, dallarını, kollarını, yüzlerini çevirirler güneşe. Köklerini toprağın derinliklerine salar, su, besin ararlar. / Yapraklar yeryüzünün en muhteşem fabrikalarıdır ki, atıkları kirletmez havayı, canlılara hayat verir. Sorsan, ne yaptıklarını anlatabilirler ne sorunu anlarlar ne de yanıt verirler sana. Neden güneşe dönerler yönlerini, neden beslenirlerken oksijen verirler havaya, geceleri karbondioksit, haberleri yoktur. Ama sen insan olarak bitkileri, hayvanları, çiçekleri neden sevdiğini, onların da seni neden sevmek zorunda olmadığını bilirsin.

Hayvan bakarsın, beslersin, büyütürsün; çocuk doğurursun, bakarsın, beslersin, yetiştirirsin, büyütürsün. Sonra hayatında bir yer edinirler. Giderek anlamlanır, zenginlenir, sonra da vazgeçilmezlerin olurlar.

Yabanıl hayvanların yavrusu doğada, kısa bir zaman ana-baba desteğini alarak yaşar, sonra kendi başlarının çaresine bakarlar. Balıklar hemen suyun içinde başlarlar hayatlarına -tavuk, kuşlar gibi yumurta ile üreyenler uçmayı öğrenene kadar kalırlar yuvalarında. Anne-baba hayvanlar yavrularını besleyip büyütürlerken koruma içgüdülerini kullanır ve fakat hiçbir karşılık beklemezler. Evcil olanlar “sahibinin eline bakarlar.” İnsan yavrusudur ki, uzun süre destekle bakılır, beslenir, büyütülür. Emek verilir, binlerce yılın bilgisi, düşüncesi, kültürü kazandırılmaya çalışılır. Bunlar yapılırken çoğu zaman da karşılık beklenmez. Alınan eğitim ve kültürle insan olunur.

Çıtır çıtır elma yerken, eriği, kirazı, çileği götürürken, kavuna, karpuza, ayvaya, nara dalarken, fındık, fıstık, ceviz kırarken, şu ya da bu yemeği kaşıklarken neden, niçin yediğimizi ve sevdiğimizi çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir kediyi, bir köpeği, balığı, kanaryayı, muhabbet kuşunu, papağanı neden besleyip büyüttüğümüzü, sokağın belli yerlerine neden yem bıraktığımızı çok iyi biliriz. “Seviyoruz”, “acıyoruz”, “korunmaya muhtaç görüyoruz” gibi bir şeyler de ekleyebiliriz: Doğaya, ağaçlara, ormana sahip çıkarız. Bu toprağın üzerindeki her canlının bir “değeri ve anlamı var” biliriz. Onlarla bütünüz çünkü.

Beslediğimiz kedi, köpek, kuş ısırsa, yaralasa bizi, yabanı tarafları olduğunu bildiğimiz için koruruz, savunuruz. Hiçbir şey olmamış gibi yine sevmeye devam ederiz. Kendilerini besleyen, koruyan ve seven dostlarına “zarar verdiklerini” asla düşünemedikleri için affederiz. Ama insan onlar gibi mi? Sevildiğini, değer verildiğini ve değer gördüğünü bile bile, “yalan konuşur, aldatır, kandırır, kırar döker, aşağılar, hakaret eder” kendine inanan ve güvenenlere. Bunun affa sığar yanı olur mu?

Sevdiğini söyleyen, sevdiğinden ayrı bir hayatı düşünemeyen insan nasıl bir canavara dönüşebilir? İtlik eder, köpeklik yapar, eşek olur, akbaba, sırtlan, çakal… / İte “itlik etme”, eşeğe “eşeklik yapma”, sırtlana, akbabaya “leş yeme”, tilkiye “aldatıp kandırma” diyebilir miyiz? İt itliğini, çakal çakallığını, sırtlan sırtlanlığını, tilki tilkiliğini yapacaktır. / “Eşrefi mahlukat” diye tanımlanan insan, o zaman neden “insanlığını yapmaz?”

Kendine sorsa ve yanıtlasa: “İnsan olmak ne demektir? Ben neden insanım ve niçin seviyorum? Niçin dost, arkadaş ediniyorum? Eşimde, çocuklarımda, dost ve arkadaşlarımda, sevgilimde beni, onlara bağlayan ya da vazgeçilmez kılan nedir? Ölümlü ayrılıkların yaşandığı bu dünyada gerçekten insan vazgeçilmez olabilir mi? Onca kötülük, sevdiğimizi söylediğimiz insana yapılabilir? / “Bu canavarlaşmak niye? Akıtılan onca kan, alınan milyonlarca can, savaşlar, sömürü ve neden doymak bilmiyor insan? Bu açlık niye?”

Sevgiyle, esenlikle kalınız…