KARMAŞA VE “KAKOFONİ” DEN SIYRILABİLMEK

Kalem susar kimi durumlarda. Çok hızlı gelişen-değişen-dönüşen ve karmaşıklaşan “gündem” ve çeldiricilerin etkisi ile baş başa kalmaktan uzak durduğun beyinsel varlığın ve yürek atışları seni beklerken…Koşmaktan bıkmadığın ama yine de yetişemediğin, yoğunluktan sıyrılıp kilitlenemediğin… Yüreğini öne çıkarıp yazıp-söyleyemediğin ve haykıramadığın; “hangi birine” diye hayıflandığın… Biraz da sahnede repliğini unutup kalakalan, sevgili Serkan Türk’ün romanına verdiği adla söylersem “Trak” durumu; yaşadıklarımız/yaşattıkları.

Böylesi bir kalem susmasından söz ediyorum. Elbette gerçek bir “susma” değil aslında. Tuzun çürüyüp-koktuğu bir dönemde sözünle/kaleminle sorunlara/gündeme müdahil olma çaban, yapay ya da öncelikli olmayan bir konuyla örtülüyorsa ve bu sürekli bir duruma getiriliyorsa… Akşam-sabah, çoğu zaman gün ışımadan-gece yarısı ülkenin bir yerinde kendi gelecekleri için bütünüyle toplumu/yaşamı biçimleme entrikaları sürerken… Eğitimden- bilime, sağlıktan ekonomiye, sosyal-kültürel varlığımıza, geleceğimize ilişkin senaryolar yarışırken… Irmağın akışını durdurma, yönünü değiştirme aymazlığı hızlanmışken… Bir çılgınlıktan öteye “bilinçli” bir strateji sergilenip buna uygun “siyasi” manevra uygulanırken…

Bıktırma sürecinin bir uzantısı yolu-yöntemi belki de; çoğu zaman gözden kaçırdığımız! Bir “trak” durumu demiştim yukarıda; bir öykünün bir romanın tanıtımı ya da kısaca özetlenmesi sırasında onlarca başka öykü ve romanın ya da başka türün araya zamansız/yersiz girmesi/sokulması gibi. Şiirin okunması/dinlenmesi sırasında uygun-hafif bir müziğin ona eşlik etmesi yerine onu bastırıp yok etmesi… Yaşamın gülmek-sevinmek-eğlenmek, kızmak-bağırmak ya da üzülmek-ağlamak gibi duygu ve eylemlerini iç içe geçirip aynı anda yaşamayı dayatmak; ne denli olası ise artık! Bir karmaşanın, sorunlar zincirinin aşılması, düğüm olmuş bir yumağın çözülmesi özeninde olduğu gibi aklı-selim davranabilmek.

İç ve dış sorunların dönülmez yola evrildiği, gerçek bir “beka” /varlık-yokluk sorunu yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Yoksa korkudan, baskıdan, “aman ne derler” kaygısı taşıyıp “tatile” çıkanlar, üç maymunu oynayıp susan ya da “ortam” ve “havaya” göre kalem oynatanlardan söz etmiyorum. Yazılı ve görsel basında, sosyal medyada örnekleri aramadığınız denli bol olan “sahibinin sesi” varken ve “at oynatıp” cirit atarken kamu adına ses vermek hiç de kolay bir çaba sayılmaz herhalde.

Bir yanda içte açık-gizli “barış” görüşmeleri, “meşruiyet” çabaları, Cumhuriyeti yeniden biçimleme senaryoları; öte yanda eğitimi “çağdaş orta çağa” götürmek, kamu hizmetlerini devletin görev ve sorumluluklarından çıkarıp para babalarına halkı tutsak etme densizliği! Bunlara koşut dışta/ABD ve emperyal Batı’dan uluslararası “meşruiyet” arayışı. Bunun gereği/sorumluluğu (aslında sorumsuzluğu demeli) olarak da onların sözüne sadık kalıp “üzerine düşeni yerine getirmek”! Bölge uluslarının ve halklarının çıkarlarına yönelik iş birliği yerine ABD/İsrail beyni taşıyan bölge yönetimleriyle iş birliğini yeğleyip sahte barış kandırmacasına alet olmak! Bağımsızlığını çoktan yitirmiş “acente” /” taşören” görevleriyle donatılıp biçimlenmiş halkından uzak yönetimlerle dostluk, ilgili halklarla düşmanlık tohumları ekip yaygınlaştırmanın adı “barış” olmuş!

Bir ulusun yetmiş yıllık varlık-yokluk savaşımı göz ardı edilerek susturulması, yerinden yurdundan edilmesi, çoluk-çocuk-kadın demeden yüz binleri aşan insan kıyımını unutturmaya çalışıp bölgeye ve insanlığa yutturulmaya çalışılma gösterisine “barış” diyebilmek insan beyni ile, zekasıyla/aklıyla, yüreği ile alay etmektir ayrıca! Zaten oldum olası emperyal “kafa/kültür”, insan eşitsizliğine dayalı bir dünya, “üstünler hukuku” temelinde bir biçimleme ve ilişkiler ağını öngörmüyor mu? Tıpkı “yukarıdakiler ve aşağıdakiler” bakışında olduğu gibi; efendi ve hizmetçileri! Orta çağ İngiltere’si ya da Avrupa feodalitesindeki gibi tıpa tıp aynı olmayabilir “yukarıdakiler ve aşağıdakiler” ayrışması. Günümüzde de birçok ülkede hüküm süren keskin sınıfsal konumlanış bir sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ve etik bir sorundur, çoğu zaman unutulan.

Aynı biçimde dünya ülkeleri dağılımına bakıldığında yine bir “yukarıdakiler ve aşağıdakiler” kümelenmesi çok net görülecektir. Örneğin, kuzey-güney, doğu-batı kaba ayrışması gibi; ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ulus/halk/devlet sınıflandırması çok mu öznel? Bırakın bunca yığın örnekleri Nobel Barış Ödülü’nün son taliplisi Trump değil miydi bu “eşitler(!)” dünyasında! Ya da onun alamadığı ama çok iyi bir dostu olan Venezuelalı devrim karşıtı ırkçı/kafatasçı, emperyalist işbirlikçisi, Netanyahu dostu/hayranı şahsiyet; Maria Corina Machado’nun aldığı ve ne yazık ki bizden de kimilerinin övgü dizip kutlama açıklamaları yaptığı!

Böylesi çetrefil koşullarda ülkemizin temel konularına, dolayısıyla sorunlarına çözüm üretmek ve kamuoyuna sunup bilinç geliştirmek, güç oluşturmak büyük kararlılığın ve önderliğin yanında kakafoni ve bilgi kirliliğini aşmayı da becermeyi zorunlu kılıyor. Bu bağlamda çeldiricileri devre dışı bırakmak, çelme takanları teşhir etmek, işbirlikçiliğin ekonomik ve kültürel altyapısını doğru çözümlemek hataya düşmemek için çok önemli. Ve elbette Emperyalizmi iyi tanımalı ve yerli uşaklarını da!

-Yarınlar Güzel Olacak-