KENDİMİZE GÜVENELİM

Son günlerde ifade edilmeye başlanan “Türkiye’yi yormak” kelimesi tamda bizim durumumuzu ortaya koymaktadır. Dünyada muhtemeldir ki, bizim kadar enerjisini kendini yormak için harcayan bir ülke bulamazsınız. Esasında; bu coğrafyada yaşamanın bedeli olan sıkıntılarımız Anadolu’ya girişimizden itibaren hep olagelmiştir. Ama bu günkü kadar yoğun, yıpratıcı, anlamsız kargaşalı bir ortamla karşılaşmamız milletimizi gerçekten çok yormaktadır. Düşman niyetler de işte tam da böyle ortamlardan yararlanarak, tarihi emellerini gerçekleştirmek için fırsat kollarlar. Bu günlerde Türkiye tabiri caizse istim üzerindedir.

Bir tarafta siyasilerin birbirleri ile sonu gelmez ve hakarete varan tartışmaları, diğer taraftan, eğitim sistemimizin bir türlü milli ve manevi değerlerimizi okuyacak olgunluğa erişememesi, teknoloji kültürünün kontrol edilemeyip, milli kültürün ve dilin talan edilmeye çalışılması, en önemlisi ve en yakın tehlike olanı ise Güneyimizdeki “Fırat’ın doğusu” operasyonunun başlamasının an meselesi olması ve bunun Türkiye’nin geleceğine olacak etkisi.

Türkiye, asırlardan beri terk etmek zorunda bırakıldığı coğrafyalarda, düşmanın insafına bıraktığı milyonlarca soydaşına yapılan katliamları seyretmekle acılı ve sancılı dönemler yaşadı. Öyle ki; 1944 yılında, Rusya’daki baskılardan kaçarak Türkiye’ye sığınan ve Sarp sınır kapısından Rusya’ya iade edilen 344 kardeşimizin, hemen köprünün karşı tarafında gözlerimizin önünde kurşuna dizilmesine ses çıkaramadı. Bu vahşete dayanamayıp intihar eden yiğit teğmenimizin bile ismini hatırlayanımız kalmadı. Yıllarca Saddam soysuzunun Irak Türklerine, baba Esat katilinin Suriye Türkmenlerine, oğul Esad’ın PKK liderleri ve kadrolarını barındırarak ülkemize yaptıklarına karşı ses çıkaramadık. Sınırımızdaki bu vahşetlere karşı; ah-vah çekmekten başka çare bulamayan Türkiye, Balkanlarda, Uzak doğuda, Azerbaycan’da yapılan soydaş katliamlarına ise çok uzakta kaldı. Bu gün bile “Doğu Türkistan’da” olanları batılı ajanslardan öğrenmekten başka çokta yapabildiğimiz bir şey görülmemektedir.

Bütün bu gelişmelerin yakından ilgilendirdiği devletimiz ve milletimiz ise bilinçli olarak, sosyal bir kargaşanın içine sürüklenmek istenmektedir. Burada, partili-partisiz bütün kardeşlerimize, samimi olan tüm sosyal guruplara düşen en önemli görev bu tehlikenin karşısında duyarlı olmak ve düşman kışkırtmalarına aldanmadan, psikolojik savaş gerçeklerini unutmayıp şuurlu ve birlikte hareket edebilmektedir. Siyasi tercihlerimizi ve mücadelelerimizi düşmanın isteyeceği keskinlikte kullanmaktan acil olarak imtina etmeliyiz. Birbirimizle olan çekişme ve mücadelelerimizi düşman niyetleri ve tehditleri ortadan kalkıncaya kadar ertelemeliyiz. Yakın yarınlarda başlayabilecek bir Fırat’ın Doğusu operasyonu, yıllarca yaptığımız diğer operasyonlara benzemeyecektir. Aylardan beri bölgeye yüzbinlerce TIR’larla silah yığan Amerika’nın ne yapacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Amerika’nın kabadayılığına bölgede ilk defa sesini yükseltip, yaptığı oldu-bittilere fiili olarak karşı koyan bir Türkiye’nin olması, bölgede yapılacak operasyonun çok boyutlu ve tarihi bir hesaplaşma şeklinde geçeceğini ortaya koymaktadır. Hiç arzu etmememize rağmen savaş alevleri bir anda bütün Ortadoğu’yu tutuşturabilecektir. Asırlardan beri; dilini, namusunu, kültürünü yaşatmak için zulümlere direnen ve esasında Irak-Suriye coğrafyasının asıl sahipleri olan soydaşlarımız ise bu tarihi eşik önünde tüm imkânlarını Türkiye ile paylaşacaklardır.

O zaman yapmamız gereken tek şey vardır, haklılık veya haksızlıklarımızı tartışarak enerjimizi harcamadan, daha fazla milletimizi yormadan, bu tarihi eşik önünde tüm, fikri, fiziki ve maddi imkânlarımızı hazır hale getirip, kendimize güvenmeliyiz. Zafer inşallah bizim olacaktır.