NEDEN OKULLAR?

İki milyon iki yüz bin kapasiteli onca otel, yedi yüz elli bin satılmamış bina stoku dururken, onca devlet kurum ve kuruluşlarının misafirhaneleri, muhteşem Kuran Kursu binaları boşken,  onca turizmcilik okullarının uygulama otelleri, yüz binlerle ifade edilen yazlıklar varken, neden sekiz yüz elli bin yataklı yurtlara göz dikilerek gençlerin eğitim ve öğretimleri durduruluyor?

Karar on ili kapsayacak şekilde alınmış olsa idi, gençler diğer bölge ve yerlerdeki üniversitelere, okullara misafir öğrenci olarak gönderilir, sorun çözülür, eğitimleri, öğretimleri aksatılmazdı. Bir sürü seçenek varken, hiçbiri öne çıkarılmadan, doğrudan doğruya “yurtlara” yönelmek, salgında okulların kapatılmasını düşünmeden, gelecekte vereceği zarar hesap edilmeden, gençlerin yetişme hakkı ellerinden alındığı gibi, ister istemez insanı “bir kasıt mı var” diye sormaya ve düşünmeye zorluyor. Biliyoruz ki, “okumuş insanlardan rahatsızlık duyuyorlar.” Onlar için önemli olan “alaylılık”; liyakatten zaten hoşlanmıyorlar.

Depreme hazırlıksızlığın yanında, enkaza üçüncü gün ulaşılmasından ötürü duyulan inatçılık duygusunun yarattığı eziklikle yanlış karar verildi, okullar kapatıldı. “Bir şey yapmış olmak” için eğitim-öğretim kesintiye uğratıldı. Bu karar “üniversitelerin depremidir.” Evsizleri “barındıralım” derken alınan yanlış bir kararla daha büyük bir sorun yaratıldı.

99 Depreminde “ordu” anında sahaya inerek kurtarma, tedavi, aş işlerini başlatmıştı. Pazarcık-Elbistan depreminde ordu 72 iki saat sonra “kurtarma faaliyetlerine katılma” kararından sonra enkaza müdahaleye başladı. İlk iki gün, cenaze sahipleri ve polislerin dışında arama-kurtarma yapan ekip yoktu, AFAD sahada değildi. Oysa en önemli kurtarma çalışmaları “depremin ilk iki gününde gerçekleştirilir.” En çok can bu ilk iki günde kurtarılır.

Gelen ekipler, araç-gereçler, depremin korkunçluğu yanında hem doğru biçimde organize edilemedi, hem de beceriksizliklerden ötürü enkaza ulaştırılamadı, yol kenarlarına çekildi.  Madenci ekipler “öncelik tanınan battaniyeler” yüzünden uçakla deprem mahalline gidemedi. Pek çok iş makinesi, tırların üzerinde bekletildi. Koordine bozukluğu ve beceriksizlik o kadar fazlaydı ki, bir enkazda toplanan onlarca kurtarıcı dururken, kimi enkaza hiç kimse gitmedi.

Tahrip olan yolların, hava limanlarının anında onarılmaması, yapmaya kalkanların engellenmeye çalışılması, hükümetin adamlarının “sen yaptın-ben yaptım” kavgasına başlaması akıllara durgunluk veren tartışmalardı.

Gelen yardımların çokluğu yanında yetkililer bocaladılar. Çadır, battaniye, yiyecek, çocuk mamaları, hijyenik malzemeler, mobil tuvaletler insanlara ulaştırılamadı, insanlar gelip alamadı.

Bunların konuşulması ve çözülmesi dururken yetkililer, “sosyal medyanın peşine düştüler.” “Neden eleştiriyorlar, neden eksikleri, yanlışları yazıyor ve konuşuyorlar. Oysa hükümet her fedakarlığı anında yapıyor ve vatandaşa ulaştırıyor. Sosyal medya dezenformasyon peşinde, inanmayın itibar etmeyin.” İyi de bir insan 198 saat enkazın altında neden bekletilir o zaman? Neden hala uğranılmayan enkazlar var? Bebeğin korunmasını ve gün yüzüne çıkmasını sağlayan melekler, ölen binlerce bebeği ve insanı neden korumuyor? Ekipler insanları kurtarmak için zamanla, ölümle yarışırken, melekler neden yardımcı olmuyor?” Safsata ile insan kurtarılmaz, aldatılır, kandırılır. Bırakın safsataları artık.

Okullar kapatıldı, çünkü “gençler yan yana gelip toplanmasınlar, koordinasyon ve organizasyon bozukluklarını, beceriksizlikleri, ilk iki gün hiçbir müdahalenin yapılmayışını, bu yüzden pek çok insanın donarak ölüşüne neden olduklarını konuşmasınlar, tartışmasınlar.” Hükümetin aleyhinde demokratik haklarını kullanarak “gösteri yapmasınlar, haksızlığa uğrayanların sözcüsü olmasınlar, aralarında güç birliği bulunmasın” diye okulları kapattılar. Akılları sıra “hırsızlık ve yağma” bahanesiyle olağanüstü hale giderek gençleri etkisiz bıraktılar, gözlerini korkuttular(!). / Yasaları neden uygulamıyor da olağanüstü hal ilan ediliyor? Gezi olayını unutmadılar. Hala kafalarında “Gezi’nin kindarlığı ve düşmanlığı” var.

Baskıyı, korkuyu ve yanlış kararları yöntem olarak kullanıyorlar, salt kendilerini düşünüyorlar, iktidarlarını, ölenleri, yaralananları, yıkılan kentleri, evleri, yolları, hava alanlarını değil. Onlar “siyaset yapılmasın” derken bile siyaset yapıyorlar. Her ne kadar AFAD deseler de-çalışmalarını, ihmallerini, bekletmelerini izliyorum-, Kızılay’a ne yaptıklarını, Akut’u nasıl çökertmeye çalıştıklarını, AHBAB’I küçültmek için uğraştıklarını biliyorum. Gönüllerdeki sevgilerin derinliğini de. Madencileri, diğer kurtarma ekiplerini, yabancı ülkelerden gelenleri canlarını dişlerine takarak nasıl savaşım verdiklerini, siyasilerin düşmanca söylemlerinden tiksinerek tüm kanalların “naklen yayınıyla” izledik. İnşaatlarla ilgili raporların, laboratuvar inceleme ve tetkiklerin sonuçlarını taşıyan dosyaların arşivlendiği binanın sağlam olmasına karşın nasıl yıktırıldığını gördük. Dosyaların, belgelerin nasıl yok edildiğini, delillerin nasıl karartıldığını... Bilgi, belge ve kanıtların yok edilişini, Hatay müteahhitlerinin kurtarılışını... Bu adaletsizlikle, bu kafayla, bu milletin hakları korunabilir mi?

“İmar Barış Affı” sekiz kez çıkarıldı, 2018’de çıkarılan yasa ile salt bu on ilde “çürük-kaçak-izinsiz-belgesiz-yetersiz-denetimsiz 294 bin bina affedildi, kullanıma açıldı. Bu depremde bu 294 bin binanın ayakta kalanı olmuş mudur acaba? Türkiye bir deprem ülkesidir. İmar afları, “bina cinayetlerinin” artmasının nedenidir, imzalanan kağıtlar da “ölümün resmi belgeleridir”. / Ancak böyle kafalar okulları kapatır.

Askerler neden üç gün bekletildi? / AFAD neden iki gün gecikti? İnsanlar neden 198. saatte enkaz altında kaldı? İlk kurtarma ekibi madenciler neden 35 saatte deprem mahalline ulaşabildi? / Bu sorunları ancak okuyan, bilen, liyakatli, içtenlikli, samimi insanlar yanıtlayabilir. / “Okullar kapatılsın, herkes kader pılanına razı olsun” öyle mi? Japonya Hiroşima ve tusunamiden sonra bile EĞİTİME ARA VERMEDİ. Siz neyin hesabındasınız?

Hani biz, “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” geleneğindendik?

Başın sağ olsun Türkiye’m!