"ÖLÜNCE HERKES İYİDİR" / YAŞARKEN "İYİ" OLMAK

         Toplumuzda ölüler hakkında iyi konuşmak çoğunlukla geleneğe dayandırılır. Biraz da inançla ilgili bir yaklaşım. Son yolculukta “nasıl bilirdiniz?” sorusuna olumsuz bir yanıt ben duymadım, duyana da rastlamadım. Sağlığında genellikle sevilmeyen, kimi zaman lanetlenen de nedense iyi dileklerle uğurlanır. Şaşılası, ancak kimsenin de pek dillendiremediği bir durum. Dahası bu ikiyüzlülük son yolculukta ve sonrasında öyle zirve yapar ki tanıkların beyni uçuklar. Düşünüyorum da “bağışlayıcılığın büyüklüğü” mü gelir insanların aklına ya da dinsel anlamda bir olumlama “sevap” mı sayılır, anlayamadım? 

        Çoklarını tanıdım ki siz de tanık olmuş, görmüş, yaşamışsınız eminim, hiç de olumlanmayan kişileri -şu ya da bu nedenle-iyi insandı” sözleriyle anılırken, aslında onun/ölenin sırtından kendini olumlama, çevreye sunma çabasının yattığını çoğunlukla anlarız. İkiyüzlülükten kastım bu. Kuşkusuz genel anlamda ya da öznel/yapay nedenlerle beğenmediğimiz, siyasi-kültürel önyargılarla karşı çıktığımız, zaman zaman barışık olmadığımız kimi ölümlülerin ardından “hakkını teslim etmek” anlamındaki değerlendirme apayrı bir olgunluk ve örnek alınası bir tutum. Keşke bu tür düzeyli, önyargısız övgü ve yergiler yaygınlaşsa.

       Böylesi hassas bir konuda yazma isteğimin nedeni haklı olarak merak edilebilir, sorulabilir de. Son yıllarda artan samimi/dürüst olmayan görüntüler, açıklamalar, davranışlar bana göre hastalık boyutuna ulaştı diye yanıtlayabilirim bu soruyu. Yapay davranış ve söylemle içten gelen duygu ve düşüncelerden oluşan aktarım gerçekliğini doğru ayırt etmek çok önemli. Bu bağlamda toplumsal yapımızı, dayanışma, acıları paylaşma, “taziye” geleneğini önemsiyor saygıya değer buluyorum. Kişisel olarak da özen gösterdiğim bir insani görev sayarım bunu.

       Değinmek istediğim yaygınlaşan ve “sırıtan” bu ikiyüzlülük değil sadece. İnsanların sağlığında “iyi” yanlarının öne çıkarılmasındaki genel tutarsızlık da konunun içinde. Kendi öznel yaklaşımlarımız, başta siyasi, kültürel, etnik ve dinsel öncelikler, çoklarının düşüncelerini biçimlerken “karşı” gördüğü kişi ve çevreleri bu konumlarıyla “toptancı” anlayışla “ölçmekte”. Bu yaklaşım “ya hep ya hiç” seçeneklerini öne çıkararak olası olumlulukları baştan yok sayma mantığına -düz mantık- kişiyi sürüklemekte. Hemen söylemeliyim, toplumda yaygın siyasi tartışmalar, polemikler ve değerlendirmeler bu nedenle “siyah” ya da “beyaz” düzleminde bir bakışla yani düz mantıkla sözüm ona irdelenmekte. 

       Tam da sırası gelmişken söylemeliyim; yaygın siyasi düzeysizliği, edep yoksunluğunu, “yalan-dolan” itişmesini, ikiyüzlülüğü, her türlü çirkinliği ve çirkefliği “siyaset/politika” ve “siyasal mücadele” olarak saymayan/görmeyen büyük bir çoğunluğun var olduğunu bilmek ve bu nitelikli kesimin siyasi arenada yer alamadığını haykırmak gerekir!

       Yukarıda sözü edilen ikiyüzlülüğün asıl nedenlerinden biri de “siyaset tüccarlarının” varlığı değil mi? Aldatma, yanıltma, bilinç ve duygu/değer bulanıklığı oluşturarak kendini öne çıkarma çabası… Yaygın kullanımıyla “algı oluşturma” süreci; araştırma-inceleme-sorgulama-bilinç süzgecine başvurmayı engelleme… Günümüzde siyasi kümelenmenin/mücadelenin yöntemi, “geçer akçesi” … Ne “akçe” imiş be! Önceden belirli çıkar çevrelerinin, yerli ve yabancı işbirlikçilerin ve orta çağ artıklarının geçerli saydığı bir yöntemdi. Oysa şimdi “sağ-sol” demeden birçok siyasi yapıyı içine çekip alan bir “akçe”, albenisi yüksek popüler bir “kültür”, bir “değer!  

       Belki son dönem hastalığı mı demek daha doğru, bilemedim. Ama hastalıksa bundan kurtulmanın yolu belli. Doktorlar, klinikler, hastaneler… Bu klinik ve hastaneler de eğitim kurumları olacaktır, bu kurumların doktor sayılabilecek öğretmenleri olacaktır. (Bugünkü keşmekeşten değil, olması gereken eğitim kurumlarından, bu kurumların öğretmenlerinden ve yöneticilerinden söz ediyorum!) Öyleyse bu hastalığın/tutarsızlığın tek sağaltımı -tedavisi- eğitim, bilim ahlak, siyasi ve kültürel etik. Bunlardan yeterince pay almanın olmazsa olmazlığının yanında, üstüne eklenmesi gereken, güncel görev ve sorumluluk duygu ve bilinci. Bu duygu-düşünce-bilinç üçgeni bireysel olmaktan çıkıp toplumsal/sosyal bir temele dayandırıldığında akçelerin en büyüğü olan ütopyamız güdük olmaktan çıkıp güncellik kazanacak, yaşam bulacaktır. İnsanımızı yalandan-dolandan-riyadan/ikiyüzlülükten uzak tutacak ve yine toplumsal bir özne sorumluluğuyla donatma şevkine/heyecanına ve aşkına sürükleyecektir. 

      Bu dayanılmaz “cazibenin” oluşturulma süreci değil mi eğitim, insan olma süreci ve bunun topluma yansıması. Dönüp dolaşıp nasıl da eğitim ve kültüre dayandırdım konuyu ama! Bunu hep yapıyorum, daha da yapacağım bu gidişle; birileri beğenmeyip kızsa da elimde değil!

             Bilgi notu: Beklenti ve özlemlerimize daha da yaklaştığımız, kötülüklerin geride kaldığı, güzel günlerin habercisi olması umuduyla okurlarımın yeni yılını kutlar, 2024 Yılının ülkemize ve tüm insanlığa iyilik, mutluluk getirmesini dilerim.

                                                                                         02 Ocak 2024/Trabzon

                                                                              -Yarınlar Güzel Olacak-