ÖZGÜRLÜK NEREYE KADAR?

Toplumlar siyasal özgürlüklerini ve insan haklarını kazanmalarına karşın “bireyler kendi dünyalarında, yaşayış, duyuş, düşünüş ve aile ilişkilerinde” özgürlüklerine yeterince sahip midirler? ‘En yakınım’ dediği insan ya da insanlarla istediği gibi ilişki kurup dostluklar, arkadaşlıklar kurabiliyor, her konuyu enine boyuna konuşup tartışabiliyorlar mı? Kafalarının içindeki soruları açığa çıkarıp, yanıtlarını arayabiliyorlar mı?

İki bölümlük yazımızda koşulların elverdiği kadarıyla(!) “özgürlük nedir, sınırları nereye kadar varmalıdır, ya da özgürlüğün sınırları olmalı mıdır” sorularının yanıtlarını arayacağız. Okuduklarınızı, bizim düşünüp soramadıklarımızı daha da zenginleştirerek düşünüp sorarsanız, sınırları zorlarsanız bu yazı amacına ulaşmış olacaktır.

İnsanlar doğasal, sosyal, kültürel, ekonomik, dinsel ve ahlaksal birtakım kurallara göre yaşarlar. Aileler, okullar eğitimle yeni doğan kuşaklara, toplumsal kurallarla davranış biçimlerini öğretmeye, yaşadığı çağla uyumlu olmalarını sağlamaya çalışırlar. Ancak bu kuralları kazandırırlarken neleri yok ederler? “Doğru” diye öğretilen kurallar, bilgiler, neleri alıp götürür? Kazanım sanılanlar doğrulukla ve doğallıkla örtüşürler mi? Ahlak ve töreye çok değer verenler, işte, görevde, inanılır ve güvenilir olmakta, vurgunda, soygunda, talanda, yağmada, ganimette, hırsızlıkta ısrar eder ve hala ahlaktan ve namustan söz ederlerse ne olur? Ve ahlak çürümez mi?

İnsanlar zaman içerisinde “doğru” diye, “doğal” diye öğrendiği, alışkanlığa dönüştürdüğü kurallara tutsak olurlar, bir daha onları “doğru mu, yanlış mı” diye sorgulamazlar. Örneğin: Gelenekler, görenekler, “din” diye benimsenen ve inanılan “batıl-hurafeler”, “önyargılar”… İnsanın özüyle, duygu, düşünce ve kanaatleriyle öylesine kaynaşır ki, bir yaşam tarzı olurlar. Balık dışarı çıkıp çıpınmadan suyun, insan soluk alamaz duruma gelmeden havanın farkına varmaz. / Bilirsiniz, Einstein, “önyargılardan kurtulmak, atomu parçalamaktan zordur” der.

Özgürlük, duygu ve düşünceleri, istek ve arzuları, yaşayış biçimlerini kurallardan, gelenek, görenek, hurafe ve önyargılardan kurtararak, kimseye zarar vermeden-kendine bile-içinden geldiği gibi yaşayabilmektir. Yani özgürlük, doğayla çelişmeden yaşanılan özsel varoluş biçimidir.

Hiç kimse bir başkasını sevmek zorunda değildir, ama herkes birbirine saygı göstermek zorundadır. Mademki bir arada yaşanıyor, mademki yalnız yaşanamıyor, mademki herkes bir “bendir”, o zaman herkes birbirinin haklarına, ihtiyaçlarına, beğenilerine “saygı göstermek” zorundadır.

Ne kadar çok insan varsa o kadar da çok ihtiyaç ve zevk-beğeni çeşitliliği vardır. Kimse bizim beğendiğimizi veya beğenmediğimizi beğenmek ya da beğenmemek zorunda değildir. Kimse kimseyi hiçbir konuda zorlama ya da yaptırım uygulama hakkına sahip değildir. “Neden bu rengi, neden bu çiçeği, neden bu arabayı seviyorsun” sorularını sorarak rahatsızlık veremez. Hani derler ya “deli alacayı sever.” Kim neyi severse sevsin, karışamayız. Şairin dediği gibi, “ben elmayı seviyorsam, elma beni sevmek zorunda değildir.” Bir insan bir insanı seviyorsa, sevilen insan, kendini seven insanı sevmek zorunda değildir. Hiç kimsenin, hiç kimseyi “ben seni seviyorum, sen de beni sevmek zorundasın” dayatmasıyla karşı karşıya bırakamaz. Sevmediği, bir arada yaşamayı kabul etmediği bir insanı, çekip silahını, bıçağını “öldürmeyi” kendinde bir hak olarak göremez. Hayvanın hayvana yapmadığını insan insana yapıyorsa insan-insanlık çıldırmış olmalı, bu hastalıklı halin mutlaka ve acilen tedavi edilmesi gerekir. Zorla güzellik olmaz. Zorla kimse kimseyi sevemez, ama saygı duymak zorundadır.

Bir insan bir başka insana yardımcı olabilir, hatta yardım da edebilir. Yardım alan insan yardım eden insana kendini borçlu gibi hissetmemelidir. Yardımda bir zorunluluk yoktur. Kendi iradesiyle böyle bir davranışta bulunmuştur. “Ben sana yardım ettim” diye karşısındakine “sürekli hatırlatma, ima etme, serzenişte bulunma” yardımı çirkinleştirir, hatta iğrençleştirir, yardım alanı ezer. Bu nedenle pek çok dostun arası açıldığı gibi düşmanlaştıkları da görülmüştür. Yapılanlar özgür düşünce ve özgür irade içerisinde olursa insani bir anlam taşır, değerli olur. / Özgür düşünce ve özgür irade nedir?

İnsan susadığında, su içmek istediğinde, bu, bedensel bir eksikliğin doğması, kendini hissettirmesi demektir. Beyinde “düşünce” olarak belirdiğinde, “içmek” eylemini gerçekleştirmek için kimseye sormadan kararını verir insan, kalkar, suyunu içer. Bu doğal bir ihtiyaçtır ve kimse nedenini, niçinini aramaz, sormaz da. Yadırganacak bir tarafı olduğunu düşünmez de. Ama çocuk su içmek istediğinde anne, “o bardağı bırak, bakır tasla iç” dediğinde, “o kaşıkla yeme, bu kaşığı kullan” uyarısını yaptığında farkında olmadan çocuk “annem her şeyi bilir” demeyi öğrenir, zamanla anneye bağlanır, en küçük işte karar veremez, annenin düşüncesini sorar, annesine bağımlı olur. Kız çocuklarının büyüdükten sonra da, hatta evliliklerinde her konuda sürekli annelerini arayıp sormaları, çocukken bağımlı hale gelmelerindendir. “Su bardağına karışmak mesele midir”, “hangi elbiseyi hangi mevsimde giyeceğini karar vermek”, “hangi ayakkabıyı, çorabı seçmek”, “dişleri fırçalamak, el-yüz yıkamak” öğrenilecek ve özgür karar verilecek işlerdir. Pek çok anne “benim çocuğum sözümden dışarı çıkmaz” övüncünü yaşarken, aslında “kukla, robot, denileni yapan, itaatkar, uslu, terbiyeli, ahlaklı, düşünemeyen bir çocuk” yetiştirdiğini fark etmez. “Bilgili, bir başına düşünüp doğru karar veren, kişilikli, ayakları yere sağlam basan bir çocuk” eğitilmiş, yetişmiş, özgür çocuktur. Asıl övünülecek çocuk budur. Çocuk itaat ederek değil, sorarak, öğrenerek, yapa yapa deneyim kazanmakla kendine inanan, güvenen insan olur. Aile nereye kadar izin verirse çocuk gider? Çoğu zaman böyle olmuyor. Çocuk merak ettikçe, sordukça öğreniyor. İznin dışına çıkıyor, özgür oluyor. / Düşünüp karar vermesini, özgür yaşamasını öğrenmek çocuğu erken yaşta geliştirir. Küçük yaştan itibaren kişiliğini, karakterini oturtur. Bağımsız, özgür düşünüp karar veremeyen çocuklar sağlam kişilikli ve karakterli olamazlar. Hep eksik, hep yaralı-psikolojik sorunlu olurlar. Kocaman insan olduklarında bu eksiklik daha açık biçimde kendini gösterir. (Haftaya devamını okuyabilirsiniz.)

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

bilbatuhan@hotmail.com