Sadece Övgü Değil Bir Deneyim/Nihat Genç

Ölüm ne denli doğal olsa da kabullenişi o denli kolay olmuyor, olamaz da. Acısı belki paylaşıldıkça kısmen azalabilen, biraz da zaman isteyen hani. “Ateş düştüğü yeri yakar” kuşkusuz. Kan ya da aile bağı olmaksızın kimi ölümler de derin, daha sarsıcı acılar bırakabiliyor değişik toplumsal kesimlere. Bunları sıralayarak acıları tazelemek, dostları üzüntü girdabına sürüklemek istemem. Ancak kimi duygularımı/düşüncelerimi içime gömmek yerine birazcık da serzenişle birlikte paylaşmayı uygun gördüm.
Çok şey söylendi sıcağı sıcağına; söyleniyor, yazıldı yazılıyor da. Kimlerin “dostu” imiş, “kanka” sıymış meğer, ölünce sahip çıkanı çok olur ya. Gerçek dostlarına, yoldaşlarına, ailesine bırakmazlar üzüncü-kahroluşu-acıyı-kederi ve vefayı; hemen üstlenir insansı duygu ve düşünceleri, atılır, öne geçerler.
Birileri hemşericiliğiyle sahiplenir, dünkü karalamaları/kötü sözleri/küfürleri unutturmaya çalışarak, yüzsüzce. Kimileri ilk gençlik yıllarının “toy delikanlılığında” gönülden ülkücü oluşunu sömürerek, olgunlaşan gerçek kimliğine ulaşmış Nihat’ı görmezden gelerek yok sayması ki büyük bir saygısızlık ve hadsizliktir, Nihat Genç’e; bağımsız Türkiye şiarına, yurt/vatan sevgisine, yiğitliğine, cesaretine, yüreğine…
Yine kimilerinin keskinleşen bağımsızlık, özgürlük ve sınıfsal çelişkiler sarmalından uzak durarak çocukluk ve mahalle arkadaşlığına ya da “gençlik ve “haytalık” / “haylazlık” arkadaşım” söylemine/ilişkisine indirgediği bir Nihat GENÇ “muhabbeti”, “dostluğu”!

Her çeşit samimi/dürüst/içten övgü yazılarının ve değerlendirmelerin yanında hiç de öyle olmadıklarını yakından gözlemlediğimiz kimilerinin utanıp sıkılmadan özellikle sosyal medya aracılığıyla “övgüler” dizmeleri, ona ne denli yakın olduklarını, görsellerle süsleyerek, “zindan arkadaşı” ve “yoldaş” olduklarını paylaşımlarıyla kanıtlamaya çalışanları görünce insan tiksiniyor! “Timsah gözyaşlılardan” ve bunların açıklama ve demeçlerinden hiç söz etmiyorum bile; onların kendileri mide bulandırıcı zaten! Kastım, epeydir siyasi bir eleştiriyle yetinmeyip bütünüyle karalamayı, siyasal linçi kişisel ve kültürel linçle sürdürenlere!
Öyle ya da böyle bir biçimde toplumsal iz/etki bırakarak bu dünyadan göçenleri saygı ve sevgiyle anmak, övülesi yanlarını öne çıkarmak ve adil olmak kuşkusuz çok vefalı bir davranış, yeni kuşaklara iletilmek üzere bir görev, toplumsal bir sorumluluk da bana göre. Ancak bunun abartılması, bencilce sömürülmesi, her ölünün ardından “methiyeler” dizilmesi, hak edenle hak etmeyenin ayrımsız bir tutulması yaygın bir alışkanlığa, korkarım ki ikiyüzlülüğe dönüştü sanki. Bir doğu toplumu ya da İslam/Müslüman geleneği demesin kimse!
“Nevi şahsına münhasır” /eşi benzeri olmayan, özgün bir ödünsüz vatansever. Yurt sevgisinin timsali sık sık öfkesine yansırdı. Bunu “düşünsel zaaf/yetersizlik” gören liberal ve kimi solcular onu “demokratlığa” davet ederlerdi. Demokrasicilik oyununda bir “role”, bir yapaylığa, sistemin, özellikle basın/medya egemenlerinin saçaklarının altına sokmaya çalışırlardı, sesini sınırlamak için. Dahası Türk yerine “Türkiyeli” söylemini kavramlaştırarak yol almak isteyen etnikçi, mezhepçilerin saldırılarıyla “faşiştlikle” suçlanmak istenmesi birer sinek vızıltısı idi onun için; aldırmadığı, dik durduğu, gülüp geçtiği.
Onlar için bir yalnız adamdı Nihat. O nasıl yalnızlık ki öyle siyasi yelpazede kolaycılığa sığınıp “sağ”- “sol” demeden daha geniş bir düzlem/payda yaratma çabası içinde milyonları ayırmayan... “El üstünde tutulmayı” yeğlemeyip “gerçek bozkurt” misali başkaldırıp yön veren, yön gösteren… Atatürk’çe direnme ve başarma kararlılığıyla yorulmayan… En önemlisi ülkemizin 2. Kurtuluş savaşımının başarısının Cumhuriyetin kuruluşunda ve ilk yıllarında olduğu gibi Ülkücüsünden, Kemalist’ine Sosyalistinden Komünistine dek bütün yurtseverlerin birliğinden geçtiği gerçeğini yılmadan haykırması, ömrünü bu uğurda vermesiyle bir yalnız adam öyle mi!
Amacım Nihat Genç değerlendirmesi ya da güzellemesi değil. Aynı kuşaktandık, üstelik aynı yaşta. Nedense karşılaştığımızda “hocam” yanında “abi” demeyi yeğlerdi. Çok sık olmasa da tartıştığımız anlar belleğimde sıcak. M. Bedri Gültekin’in cenazesinde ve ertesi yıl anma toplantısında sert dili ve tavrına ilişkin ılımlı yaklaşıma davetimi, aylar sonra telefonla arayarak olumlu bulduğunu itiraf etmişti. Ömrünü bilircesine aceleciydi, “zamanımız yok, kalmadı” diyerek koşturan, motive eden bir devinim içindeydi. Ayrıca yapısına uygun telaşı, öfkesini kabartır, dostlarını da incitirdi çoğu zaman. Yaşama ilkeli bakan, olmazsa olmazları olan bir düşün insanıydı. Düşün-yazın insanı olmanın yanında bir “dava” adamı, bir Cumhuriyet savaşçısı, son çözümlemede bir devrimci Nihat Genç vardı son kırk yıl içerisinde. Ülkücü kökenden gelip halkçı/kamucu/toplumcu/ulusalcı/Kemalist/Anti Emperyalist ve elbette Cumhuriyetçi ve devrimci bir örnek insandan söz ederken duygusallığa gömülmeden ama duygudan tamamen uzak da kalmadan bir düşünce yazısı ortaya çıkarmak zor.
“Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye” diyen, “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” diyen, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyen, “Fedailer kuşağının”, “Kuvayi Milliye” nin son temsilcilerinden biri göğe uçarken birleşin/bütünleşin nidaları yurdun dört bir yanından yankılanıyor ve eyleme dönüşüyordur umarım.
“Fedailer kuşağının” dağınıklığını temel sorun gören anlayışla “başkaldırı” dilini/söylemini sık kullanırdı. Her defasında çağrılarını “tüm cumhuriyetçilere” diye başlar ve öyle bitirirdi. Yine kendine has bir anlatımla, satılmış-hain ve ihanet içerisinde olmayan ve benim de yeri geldikçe vurguladığım ayağı Türkiye toprağına basan, bu ülkeden, bu halktan, bu ulustan beslenenlere idi sözü; “Cumhuriyete sahip çıkın!”


-Yarınlar Güzel Olacak-