Bayburtlu Zihni (1795 - 1859)
Öğrenimini Erzurum ve Trabzon medreselerinde yaptıktan sonra 1816-17 yıllarında İstanbul’a gelerek Mustafa Reşit Paşa ile yakınlık kurmuş ve Divan-ı Hümayun kalemine girmiştir. Bir süre İstanbul’da kalır. Sonra Bayburt'a dönmüştür. Türk-Rus savaşında yurdunun Rus işgali altına girmesinin (1828) bütün acılarını yaşamıştır. Bir süre sonra Mısır’a gitmiş, 1840 yılına doğru İstanbul’a geldiyse de burada pek kalmamış, çeşitli görevlerde bulunmuştur. Donanma ile Akka’ya gitmiş, Hopa, Karaağaç, Ünye, Erzurum, Erzincan vb. yerlerde dolaşmıştır. Her gittiği yerde taşlanacak birini bulan Zihnî, bu yüzden de yerden yere vurulmuştur. Elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon’a gelmiş ve burada hastalanmıştır. Bu sırada yurt hasretiyle yanan Zihnî, Bayburt’a doğru yola çıkmış, Trabzon yakınlarında bulunan OLASA köyünde 1859’da ölmüştür.
Divanı ile başından geçen olayları anlatan Sergüzeştname adlı eseri bulunan Zihnî, daha çok divan şairi olmak kaygısı gütmüştür. Ama adını yine sayıları az olan, hece ile söylenmiş koşmaları ve destanları yaşatmaktadır. Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır.
Bayburtlu Zihni memleketine dönüşünde Rus işgali karşısında Bayburt'un halini görünce o meşhur şiirini yazar.
O güzelim memleket yanmış yıkılmış her yer ıssız kalmış, üzüntüye boğulmuş mecliste kimseler kalmamış.
Zihni, uzun müddet Trabzon'da da görev yapar.
En çok da Of'u ve Ofluları sever. Of'ta görev yaptığı dönemde insanlarıyla birlikte güzel dostluklar kurar.
Bayburtlu Zihni taşlamaları ile meşhurdur.
Eleştirilecek konularda sözünü esirgemez.
Bu tavrı memuriyetinde çeşitli sıkıntılarla karşılaşmasına yol açar.
Farklı yerlerde görevlendirilerek adeta sürgün edilir. Ama gittiği her yerde de hicvedecek bir konu ya da yetkili bulur.
Devlet nezdindeki yanlışlık ve eksiklikleri “taşlama”ktan geri durmaz. Başından geçen olayları “sergüzeştname” isimli eserinde dile getirmiştir.
MAÇKA’NIN OLASA (BAHÇEKAYA) KÖYÜNDE ÖLDÜ
Memleketine gitmek üzereyken öldüğü Trabzon'un Olasa köyünde hatırası adına bir anıt çeşme yapılma projesi 1988’de gündeme gelir.
Zaman içinde bu proje unutulur. Gerçekleşmez. Trabzon'da anıları olan Bayburtlu Zihni adına böyle bir anıtın yapılması hem bir vefa göstergesi hem de ünlü şaire bir saygı olarak yeniden gündeme gelmeli...
Trabzon Olasa köyü (Bahçekaya) yakınlarında ölen Zihni, yöre halkı tarafından orada toprağa verildiyse de daha sonra oğullarınca mezarı doğduğu yer olan Bayburt’a taşınmıştır.
Bayburtlu Zihni memuriyetleri dolayısıyla ilden ile giderken hem memleket özlemi hem de ailesinden uzak oluşunun garipliğini şiirlerinde dile getirir.
“Acaba yıldızlar mı daha uzak sıla mı?” diye de kalbindeki hasreti dile getiren güzel şiirlerinde olanca içtenliği ile gurbetin burukluğunu anlatır.
“Uzun müddet haber yoktur sılamdan
Her posta geldikçe gönlüm yerinir
Haber yok evlad ü ayal, anamdan
Can postanelere varır sürünür
Kör olsun gurbetin kahrı bitmedi
Gidemem vatana çilem yetmedi
Gül de taksam bülbülümüz ötmedi
Altın kafes olsa viran görünür
Bahar geldi seyran için iline
Herkes sevdiğim takmış koluna
Zihniya gurbetin gider yoluna
Hasretli sîneme hicran sarınır”
Bayburtlu Zihninin bestelenmiş ve hüzün ile kavuşmayı çok acıklı biçimde dile getirdiği şiiri de o günlerin acısını bugün bile yüreğimizde hissettirecek güzelliktedir...
Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o maralı
Hangi yerde görsem çeşm-i gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şevk ehlini ah u zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağ u ban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
Bayburtlu Zihni
HOCASI AKŞENSEDDİN FATİH'İ NEDEN DERGÂHINA ALMADI?
Bir gün Fatih, yanında oturan Akşemseddin’e “Hocam” dedi, “Beni dervişliğe alır mısın?”
Akşemseddin “alamam” deyince, Fatih buna kızmış ve şöyle demişti: “Çok acayip şey, ne olduğu ve istidatları belli olmayan birtakım adamları dervişliğe alıyorsunuz da beni kabul etmiyorsunuz.”
Akşemseddin hafifçe gülümsedi ve şöyle cevap verdi: “Dervişlikte bir hal vardır. Ondan tat alındığı zaman dünya ve saltanat işlerinden el çekmek lazım gelir. Hâlbuki sizin böyle yapmanız memleketin zararına olur. O zaman siz de ben de günaha girmiş oluruz. Padişahlara lazım olan şey, iyi huyluluk ve ahaliyi adaletle idare etmektir.”
Akşemseddin çağının önemli din adamı. Tasavvuf ehli, fetihte Fatih’in yanında yer almış. Hatta Fatih İstanbul’un manevi fethinin Akşemseddin tarafından sağlandığını da belirtecek kadar hocasını takdir eden bir hükümdar. Lakin Fatih’in devlet işlerine devam etmesini onun dergahta işi olmadığını yüzüne söyleyecek kadar cesaret ve ilim sahibi bir kişiliğe sahipti Akşemseddin.
Sadece dini ilimlerde değil tıpta da kendini yetiştirmiş ve hastalıkların mikroplardan kaynaklandığını o yüzyılda belirlemişti.
Manevi anlamda da İstanbul’un fethi sonrası ensardan peygamberimizi hicret sonrası Medine'de ilk karşılayan, İslam ordularının İstanbul’u kuşatması sırasında şehit olan Eyüp Sultan'ın mezarının bulunmasında gösterdiği hissiyat da çok önemli idi. Bugün Eyüp Sultan Türbesi, onun manevi hissiyatı ile bulunan mezarından sonra yapılmıştır.
Akşemseddin 1389 yılında Şam’da doğdu. Ankara'da Hacı Bayram Veli'den tasavvuf dersleri aldı.
İstanbul'un Fethinden 6 yıl sonra 1459’da yerleştiği Bolu'nun Göynük ilçesinde vefat etti. Fatih Sultan Mehmet hocasına türbe yaptırıp onun aziz hatırasına saygısını devam ettirdi.
Akşemseddin ilim irfan sahibi bir kişi olarak aynı zamanda değirmencilikle geçimini sağlardı. Güzel ahlakı, haram ve helâli, devletin devamlılığını, insani davranışların önemini, gösterişten uzak ibadeti, Fatih Sultan Mehmet'e verdiği cevapta olduğu gibi iyi huyluluk ve adaleti anlatmaktan hiçbir zaman geri durmadı.
Göynük'te bulunan türbesinde iki oğlu ile birlikte ebedî istirahatgahında yatmakta olan Akşemseddin’in öğretileri adeta bulunduğu ilçenin ruhuna sinmiş. Tarihi ilçede insanların saygılı, sakin, hürmetkâr, sevecen tutumlarının Akşemseddin'in öğretilerinin insana yansımış halini günümüzde bile görmek mümkün.
Dünya Kültür ve Turizm literatüründe yer alan “cityslow” sakin şehir unvanına sahip ender ilçelerimizden birinin Göynük olmasını tesadüf olarak açıklamamız mümkün değil.
Akşemseddin nasihat ve derslerinde mütevazılığı helal kazancı ve Allah'a kulluktan başka kimseye karşı kul köle olmamayı nasihat etmiştir.
Nasihat ve özlü sözlerinden bir kaçını okuduğumuzda çağının önemli mütefekkiri ve tasavvuf alimi olduğunu daha iyi anlamaktayız:
“Dünya neşeleri ile mağrur olma; sultanların iltifatına sevinme.
Kimseye sitem ve cefa etme; böyle yapan Hüdâ'ya dost olamaz.
Ömrün uzun olsun istersen, çok çok ihsan ve ikramda bulun.
Adalet nedir? :Ağaçları sulamak. Zulüm nedir/ -dikene su vermek.
Balığa, denizden başkası azaptır.
İyiliği ve ihsanı tamamlamak, başlamaktan daha iyidir.
Ne mutlu o kimseye ki kendi ayıbını görür.
Bir mum, diğerini tutuşturmakla ışığından hiç bir şey kaybetmez.
Bal yiyen, arısından gocunmaz.
Allah ile olduktan sonra, ölüm de ömür de hoş.
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
Ben hürriyeti kulluğa satmam”
Bugün Akşemseddin'in bu güzel sözleri Göynük'ün en işlek caddesinde boydan boya yazılı olarak her gün insanlara hitap etmekte.
Göynük geleneksel dokusunu koruyan, bu özelliği ile de kültürel zenginliği fazlasıyla bünyesinde saklayan bir ilçemiz.
Göynük sokaklarında dolanırken kendinizi 16. yüzyılın ortamında tarihle iç içe Akşemseddin Hoca'nın nasihatlerinin sarıp sarmaladığı tasavvufî bir havayı solumanız sizi başka dünyalara taşıyacaktır.