SEVGİ ŞEFKAT HOŞGÖRÜ!

Bu üç kavramı bir yerlerden anımsıyorsunuz değil mi?

Her kavramın anlamını tek tek yazacağım: Bakalım bizde birey ya da toplum olarak hiç kaldı mı? En son paragrafta da “sorumluluğun anlamını vereceğim. İnsan olmanın temel koşulu olan bu dört erdemden hangi kırıntıları taşıyoruz?

Sevgi: “İnsanı yüksek özverilere götüren ilgi duygusu.” “Gönülden bağlı olma.” “Derin dostluk ve sevecenlik duygusu… Bir şeye karşı duyulan bağlılık.” “Bireyler arasındaki derin dostluk ve yürekten bağlılık.” “Başka bir kişi ya da varlığa karşı duyulan ve cinsel yönü olan ya da olmayan güçlü bir yakınlık ve bağlılık duygusu.”

Sevgiyi anlam olarak özetlersek: sevgi, bir kişiye ya da bir şeye karşı duyulan ilgi, bağlılık, içtenlikli yakınlık duygusu, derin sevecenlik; o kişinin ya da şeyin iyiliğini isteme, ona içten bağlanmadır.” / “Freud, libidoyu, evreni, dünyayı, yaşamı, insanı, bağlanılan düşünceleri, her şeyi, her şeyi sevme gücü gibi görüyor.”

Şefkat: Sözlüklerde “koruyarak sevme, sevecenlik” olarak tanımlanır. Kökeninde sevgi, merhamet ve yardım duygularının bulunduğu şefkat, çeşitli felsefi görüşlerde ve inanç sistemlerinde farklı kavramlarla dile getirilmişse de hepsinde olumlu bir duygu ve davranış biçimi olarak dillendirilir.”

Hoşgörü: Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans anlamına gelir.”

Karşısındakine, kendisinin benimsemediği düşünce ve duyguları özgürce dile getirme olanağı tanımaya dayanan ve düşüncelerine göre yaşamasını hoş gören tutum ve anlayış. Hoşgörü sabretmek ve katlanmaktan ziyade rahatsız olmadan kabul etme, razı olma durumudur: “Yaratılanı hoş gör (sev) Yaratandan ötürü.”

“Hoşgörü, müsamaha, tahammül, tesamuh, katlanma, görmezden gelme, gözyumma veya tolerans başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma demektir. İzin verme, aldırmama, iyi karşılama anlamlarına da gelir.”

Değerli okur, sonuna sakladığım, bir türlü bulamadığımız “sorumluluk” var.

Devletin en tepesinden en alt kademesine kadar, yaşanılan bir sürü yanlışlar, ihmaller, görevi kötüye kullanmalar sonucu onlarca, yüzlerce can kaybı oluyor. Her kurum ve kuruluş önlem alsa, örneğin depreme dayanıklı evler yapılsa, mevcut çürük çarık evler yıkılsa ve sağlamları hizmete sokulsa insanlar ölmeyecek… Madende galeriler, su akarları sağlam yapılsa, gaz ölçümleri saniyen geciktirilmese, alınan bilgiler anında iletilse, tam teçhizatla madene girilse, diyorum da orman yangınlarında ölen insanlarımız ve gönüllülerimiz aklıma geliyor: Yangına dayanıklı kılık kıyafetleri yoktu. Hani bir zamanlar “madenci” için “ölüm fıtratında var” deniyordu ya, önlem alan gelişmiş, çağdaş ülkelerde “iş kazaları” neredeyse sıfırlanmış kadar azaltıldı. Örneğin korunacak kadınların öldürülme, yaralanma, psikolojik ve ekonomik şiddete uğraması “kader” mi oluyor? Siyaset, yargı, güvenlik güçleri koordineli karar alıp çalışsalar, hiçbir çocuk annesiz kalmayacak ve tüm canavarlıklar son bulacak. / İstanbul Sözleşmesi kaldırıldığında, “bizim kadını koruyacak kanunumuz zaten var” dendi, “bu yüzden sözleşmeye ihtiyacımız yoktur.” O kanunu uyguladılar mı? Uyguluyorlar mı?
6284 sayılı kanun: Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi olan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi maksadıyla alınacak tedbirlerle ilgili usul ve esasları düzenleyen bir kanundur. / Bu kanunun en önemli getirisi, belge ya da delil şartı aranmaksızın şiddet mağduru kişinin yetkili makamlara talep yapmasıyla koruyucu birtakım önlemlerin alınabilmesidir. Mağdurun sözlü beyanı esastır.
Sorumluluk: Kişi kendi davranışları veya yaptığı işin tüm sonuçlarını üstüne alması ile sonuçlanan ahlaki yükümlülüklerin tamamıdır.
Bu ülkede depremde ölenlerin, heyelan, iş kazalarında can verenlerin, madende su baskınlarıyla, göçük altında, gaz sıkışmasıyla hayatını kaybedenlerin, otellerde, orman yangınlarında, tersanelerde çocukları babasız kalanların, terörde, sokakta, caddede, trafikte, magandalık yapanların aldığı canların sorumluluğunu taşıyıp hesabını kim verecek?

Hani sevgiyle, şefkatle, hoşgörü ile kurulan ilişki ve ailelerde sevgilileri ve kocaları tarafından öldürülen çaresiz kadınlar kime sorulacak? Ve devlet, devlet kurumları ve devlet adamları niye varlar? “Sorumluluk almadan, elini taşın altına koymadan “adam” olunabiliyor mu?

Herkes birbirinin gözünü oymaya, canını almaya çalışırken, kimse kimseye tahammül edemezken, bu toplum sevgiyi, şefkati, hoşgörüyü nereye bıraktı? Hani %99.9’u Müslüman olan bir ülkeydik ya! / Sevgiyle, esenlikle kalınız…