TIBBİYELİ HİKMET!



***

Bütün dünyanın hasta adam dediği büyük imparatorluk artık sona yaklaşmıştı. Aslında sona yaklaşıldığını Osmanlı topraklarında yaşayan herkes farkındaydı. Her tarafta çatışmalar ve ayaklanmalar vardı.
Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra Osmanlı topraklarında  baş gösteren ayrılıkçı düşünceler, 1908′de ikinci Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte rahatsız edici kıpırdanışlar ve davranışlar halini almıştı. Devlet içindeki etnik ayrılıkçılar bir ayaklanmaya, devleti parçalamaya yönelmişlerdi. Bunların önüne geçmek için Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi akımlar geliştirilip uygulamaya konulmuş, fakat bunların milli birliği ve ülke bütünlüğünü korumaya yetmeyeceği kısa zamanda   anlaşılmıştı.
Her tarafta çatışmalar ve ayaklanmalar vardı. Osmanlıya 33 yıl hükmetmiş padişah II. Abdülhamid tahtan indirilmiş yerine kardeşi Reşad  padişah olmuştu.
Arnavutların 1910 yılında başlattıkları ayaklanma bu yılın başlarında bin bir zorlukla bastırılmış, yıl başında Yemen’de başlayan diğer ayaklanma ise ciddi sıkıntılar yaratmıştı. Ortadoğu kaynıyordu. Öte yandan, Ermeniler silahlanmakta ve Bitlis ile Muş’da karşılıklı ufak tefek çatışmalar yaşanmaktaydı. İtalya ise sonbaharda Trablusgarp ve Bingazi’ye asker çıkartmış, velhasıl bu topraklarda savaş başlamıştı.
Bu durum, ülkenin dertleri ile ilgilenen herkesi derinden üzüyor, onları ülke ve millet sorunlarına çareler aramaya yöneltiyordu.Sorun ve dertlerin yalnızca aydınların bilmesi de yeterli değildi. Toplum katmanlarının ilgisini de çekmek gerekirdi. Her vatanseverin  kafasını durmadan meşgul ettiği muhakkak olan kurtuluş düşüncenin önemli kıvılcımı zamanın Askeri Tıbbiye Mektebi’nde parladı.
Bir yandan hekimlik öğrenimi görürken bir yandan da yurt ve millet sorunları ile ilgilenen 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, bu sorunların çözümü ile uğraşacak bir “gönüllüler kuruluşu” oluşturulmasına yönelik görüş alış verişini sağlamak için bir toplantı düzenleme girişiminde bulundu. 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi bir seher vakti Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanırlar. 600 yıl Osmanlı Toprağı olmuş Balkanların elden çıkmaya başladığı günlerde,  bir metin kaleme alırlar ve tüm aydınlara gönderirler.
24 Mayıs 1911’de başta dönemin ünlü aydınları olmak üzere, birçok tanınmış şair, edip, bilim ve düşünce adamına mektuplar yazdılar ve 21 kişilik de bir girişimciler kurulu oluşturdular. Bu topluluğun Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki üyeleri ile ünlü aydınlardan Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ağaoğlu Ahmed Beylerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda ülkenin kurtuluşu için neler yapılabileceği konuşuldu. Ve toplantının sonunda bir beyanname hazırlanır. Bu gençlerin kaleme aldıkları metin bir nazariye olmaktan öte bir eylem planıdır. Nitekim bu bildiriyi kaleme alan askeri tıbbiye öğrencileri 3 yıl sonra Çanakkale’ye giderler ve hiçbiri dönmez. 1918’de Askeri Tıbbiye tarihinde ilk kez mezun vermez.

***


Erzurum Kongresi toplanmadan önce, Mustafa Kemal Amasya’dan yayınladığı genelgede; “Anadolu’nun her bakımdan en emniyetli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin toplanması kararlaştırıldığını” duyurmuştu.
Daha sonra Erzurum Kongresi toplanınca Sivas Kongresi geriye kalmıştı. Ama Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi için bir prova niteliği taşırken aynı zamanda temsilcilerin Sivas’a gelmesi için zaman kazandırmıştı.Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 günü saat on dörtte Sivas Lisesi salonunda açıldı. Mustafa Kemal Paşa, davet sahibi sıfatıyla bir açılış konuşması yaptı.Sivas Kongresi manda müzakeresine, 8 Eylül 1919 Pazartesi günüsaat 14.30 da başlamıştı. Kongrenin 5. günü manda ile ilgili konuşmalar devam ederken; Sivas Kongresi’ne İstanbul’daki askeri tıp öğrencileri adına delege olarak katılmış olan Hikmet adlı askeri tıp öğrencisi bu tür tartışmaların yapıldığı bir sırada söz alarak, Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben şu konuşmayı yapmıştı: “Paşam! Delegesi bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil, vatan batırıcı sayarız. Tel’in ederiz.”
Mustafa Kemal Paşa da bu sözler karşısında çok duygulanıp “Arkadaşlar, gençliğe bakın! Türk Milletinin taşıdığı asil kanın ifadesine dikkat edin. Çocuğum kaygılanma; gençliğimiz ile övünüyorum. Parolamız tekdir ve değişmez; Ya istiklâl ya ölüm” diyordu..
Bu sözler üzerine tıbbiyeli genç Hikmet yerinden kalkarak Mustafa Kemal Paşa’nın ellerine sarıldı. Mustafa Kemal Paşa da, onun alnından öperek, vatanın bütün umut ve geleceğini genç kuşakların anlayış ve çalışmasına güvenle bıraktığını göstermiş oldu.

***


Tüm sağlık çalışanlarımızın, canımızı emanet ederken tereddüt etmediğimiz doktorlarımızın bayramlarını tekrar tebrik ederken bir şeye daha vurgu yapma ihtiyacı duyuorum.
Doktorlar sadece birey canının değil vatanın canının da bekçileri. Hikmet doktorları bağrından çıkaran bu camianın önünde hürmetle eğilirim.