Toplum yaşamındaki uyumda kurumsallaşmanın çok önemli olduğu açık bir gerçektir. Uzun süredir siyasette kurumsallaşma olmamasını anlamakta zorluk çekiyordum ki; Fransız anayasa hukuku uzmanı Duvarger’in kitabından bir paragraf imdadıma yetişti, ‘’ Tüzük ve yönetmelikler ya gerçeği hiç tasvir etmez veya çok eksik eder, çünkü bunların, oldukları gibi uygulandıkları enderdir. Üstelik parti hayatı kasten bir gizlilik tabakasıyla örtülüdür’’ diye yazdıklarını okuyunca… Öyle olunca da çıkar ilişkilerinin çarpıklığı ile kurumsallaşamayan, keyfileşen, kişiselleşen ve içe kapanan siyasette gelişmenin önünün kesilmesi de kaçınılmaz oldu.
Tam bu tarife uyan günlerden geçtik ve geçiyoruz. CHP Tüzüğünü evir çevir kendine devir gibi bir durum söz konusu. Hukukçu kimin yancısıysa durumu yancısına yarayacak şekilde yorumluyor. Tartışma ise zaten bu toplumun hiç beceremediği bir alan. Küfür, hakaret ve itibarsızlaştırma tam gaz ilerliyor adeta freni boşalmış kamyon gibi, her tarafı yıkarak, hem de daha önce saf tuttuklarını böcek gibi ezercesine…
Kazanmak için her şeyi mubah görme hali ve parti içi seçimi illa kazanma psikolojisine kapılan ve yenilmeyi (!) hazmedemeyenlerin ruh halleriyle ‘’ne olursa olsun kazan’’ formülüne kilitlendiğinden, kendi dâhil her tarafa zarar vermeye sebebiyet verdiğini bile anlamamasına neden olmaktadır.
Aslında, tek parti döneminden hızla ve istekle sıyrılarak demokrasiye koşarcasına gitmek için çok partili hayata geçen toplumun bugüne kadar kurumsallaşma hızı dönüşüme ayak uydurarak koşarcasına olmasa da hiç değilse yürüyerek olmalıydı. Maalesef emekleme halindeyiz.
1923’de kurulan Halk Fırkasının 1923-1946 arası iktidarı tek parti dönemi olarak tarihimize geçmiş, çok partili hayata hızlı geçiş kararının alınması ile birlikte 23 yıllık dönem kapanarak demokrasi yoluna girilmiştir.
CHP, tek parti döneminde toplumu bütünüyle kucaklamış ve bu amaca yönelik önemli kararlar almış ve bunlardan biri olarak kadınların da partiye üye olabileceği bildirisi üzerine 31 Mart 1930’da Ayşe Afet (İnan) ilk kadın üye olmuştur. Ayrıca, gençlik ve öğrenciyle de ilgilenerek yurtlar açmış, esnaf ve işçiyi örgütlemek için uğraşmıştır.
İnönü, demokrasiye olan inancı gereği, partisi dışında yeni parti kuruluşuna da destek vermiş ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Halk Partisi ismi olarak düşünülen parti Ahmet Emin Yalman’ın teklifi sonucu Demokrat Parti olarak kurulmuştur. Henüz hiç tecrübesi ve kurumsal kültürü olmayan ülkede yapılan 1946 seçimleri şaibeli de olsa CHP’nin kazanımıyla sonuçlanmış ancak DP’nin de ayak sesleri duyulmaya başlanmış ve sonrasında da 14 Mayıs 1950’de iktidarı devralmıştır.
İktidarı ve koltuğu bırakmak hiç öyle kolay değildir, en küçük koltuğa hatta sandalyeye, iskemleye bile sarılanları gördükçe alınan kararın ne kadar değerli olduğunu da anlıyoruz. Ama ‘’Milli Şef’’ diyerek eleştirilen İsmet Paşa birçok üst rütbeli komutanın iktidarı devretmeme önerilerini ‘’milli iradenin tecellisine uyma’’ cevabıyla reddetmiştir. İşte bu anlayış kurumsallaşma isteğinin de yansımasıdır. Çünkü kurumsallaşma keyfiyetten uzaklaştıkça gelişip köklenir. Nitekim şimdiki cumhurbaşkanının siyaseten yolunu açan Deniz Baykal, devlet adamlığı sorumluluğu ile demokratik anlayış ve kurumsal düşünce anlayışına örnek olmuştur. Bu yüzden çokları tarafından ağır hakaretlere maruz kalmıştır üstelik demokrasiye sıkıca bağlı olduğunu söyleyen demokrat kişiler tarafından…
Kuruluşundan itibaren tek adam idaresinden hızlı bir şekilde çok partili hayata geçerek, demokrasiyi kılcal damarlarında bile hissetmeyi hedefleyen ve planlayan irade, şartlar uygun olduğu ilk fırsatta uygulamaya konulmuş, süreçte emperyalistler tarafından sekteye uğratılsa da devam ede gelmiştir.
Cumhuriyet Rejimi, var olan dinamikleri sayesinde sorunları çözebilme enerjisini ve cesaretini bulmuş ve küçük düzenlemelerle demokrasisini daha da geliştirmiştir.
Yüzde 91,3 oyla kabul edilen 1982 Anayasasında değişim yapılması gereken yerler vardır. Örneğin; siyasi partiler kanununun düzenlenmesi, yerel yönetimlerinin daha geniş yetkilere sahip olması gibi…
23 yıldır tek başına iktidar olan parti istediği halde hangi kanunu çıkaramadı? Hangi kararları almak istedi de alamadı? Amaç ilk dört maddenin değiştirilmesi ise çok tehlikelidir ve buna Millet izin vermez.
Yasama yürütme ve yargı tek kişide toplanırsa bunun adı artık Cumhuriyet olmaz. Yetkinin bir kişide toplanması güç zehirlenmesi oluşturur ve o kişiye de önünde sonunda zarar verir.
Yakın gelecekte Anayasa tartışmaları artacak gibi... Ulusal mutabakat çok geniş katılımla sağlanmalıdır. Geniş katılımlı mutabakattan kastım; şirin gözükmek, herkese mavi boncuk dağıtmaktan ziyade ülkenin gerçekleri ve modern dünyanın gereklerine azami uygunluktur. Cumhuriyetin kuruluş dönemlerine gidip o dönemi anlamadan bu günün koşullarına göre yargılayarak Atatürk’ten hesap sorma hadsizliğine ve küstahlığına girerek değil, aksayan hususların kırıp dökmeden düzenlenmesi ve demokrasi ilkelerine sahip çıkılması mantığıyla çalışma yürütülmelidir.
Anayasa çalışmaları milenyum çağının gereklerine uygun olarak açılım sürecinde olduğu gibi kapalı kapılar ardında yani mezara gidecek sır gibi hiç değil, toplumun tümünün gözü önünde yapılmalıdır.
Merkezi Yönetimden ayrı düşünmediğim ancak güçlendirilmesine inandığım yeni yerel yönetim düzeni; laik cumhuriyetin, ülke bütünlüğünün, çoğulcu demokrasinin, örgütlü toplumun, bireyin gelişmesinin, insan haklarının, kültürel hakların güvencesini oluşturacak şekilde düzenlenmelidir.
Ülkemizin geleceği, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı sürdürmemiz, dünyada saygın yerimizin devamı, sil baştan yeniden anayasa ile değil, mevcut anayasanın ilk dört maddesine dokunmadan yeni düzeltmeler ile olacaktır. Bu durum particilikle açıklanacak bir şey değildir. Hangi partiden olunursa olunsun, çocuklarımızın geleceği ve vatanın bölünmez bütünlüğü söz konusudur ve de her şeyin üzerindedir. Yani söz konusu vatansa gerisi teferruattır…