Değerli okurlarımız, bugün sizinle siyasetin sığ sularında değil, hayatın tam kalbindeki o ağır gerçeklerle söyleşmek istiyorum. Etrafınıza bir bakın; sokaklarımızda, mahallelerimizde bir şeyler değil, "çok şey" eksiliyor. İnsaniyetimiz, ferasetimiz ve en acısı da farkındalığımız elimizden kayıp gidiyor.
Bugün öyle bir noktadayız ki; hayati konularda bile toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir duyarsızlık hakim. Odak noktamız sadece iki şeye indirgenmiş: “Siyasi mensubiyetimiz ve cüzdanımızdaki para” Oysa biz bu iki dar paranteze sıkışırken, dışarıda koca bir memleket, koca bir nesil elden gidiyor.
Kutsalların ardına saklanan yalanlarla bir toplum mutlu olamaz!
En korkuncu da ne biliyor musunuz? Yalanın dili! Bir yalan Arapça söylendiğinde ya da dini bir referansla süslendiğinde hakikatmiş gibi algılanır hale getirilirse o toplum tarihteki aci örnekleri gibi asla iflah olmaz! Toplum, kendi öz inancının temel direği olan "adalet ve dürüstlük" kavramlarından bihaber hale getirilirse sonun başlangıcına gelinmiş olunur.. Yanlışa "yanlış" demek yerine, o yanlışı yapanın "bizim mahalleden" olup olmadığına bakar olduk.
Tarih bize şunu haykırıyor; Endülüs medeniyeti, düşman orduları çok güçlü olduğu için değil; saraylarındaki ulema ve yöneticiler kişisel çıkarlarını dinin önüne koyup, toplumu cehalete terk ettikleri için yıkıldı. Bugün biz de aynı aymazlığın pençesindeyiz.
Bataklık kapımıza dayanmış ancak biz hala günlük ve anlık kavgalardayız.
Fuhuş, uyuşturucu, kara para aklama ve her köşe başında "ben devletim" diye racon kesen çeteleşmeler... Bunlar sadece polisiye haberler değil; toplumsal yapımızın temeline yerleştirilmiş dinamitlerdir. Ülkemize kontrolsüzce dolan, kültürel dokumuza aykırı milyonların yarattığı kaos, uyuşturucu bataklığını derinleştiriyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi adi suçlardan hükümlü 10 binlerce suçlu ve sapık, örtülü af kapsamıyla toplumun içine salıverildi! Dışarı çıkarılanlardan bazılarının, her türlü suç için fiyat listesi hazırlayarak bunu sosyal medyalarından yayınlamak cüretini göstermeleri, yarınlarda ne büyük tehlike ve toplumsal kaos ile karşı karşıya olduğumuzu çok net olarak ortaya koymaktadır!
Göklerdeki İHA’larımızla, sınır ötesindeki operasyonlarımızla gurur duyarken, misafirimiz olan Libya Genel Kurmay Başkanının uçağının Ankara yakınlarında düşmesi, mavi semalarımızda burnumuzun dibine kadar ulaşan düşman devletlere ait SİHA’ların son anda farkedilip düşürülmesi bizi çokça düşündürmelidir.
Unutmayalım ki, bir kale surları yıkıldığı için değil, içindekiler birbirine düştüğü ve kapıları açık bırakıldığı için zapt edilir.
Tarih boyunca; "Ya adalet ya felaket" gerçeğine göre hareket eden toplumlardan; her daim adaleti sahiplenenler varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürebilmişlerdir.
Osmanlı’nın duraklama döneminde, Koçi Bey’in Sultan IV. Murad’a sunduğu o meşhur risaleyi hatırlayalım. Koçi Bey, devletin çöküşünü sadece düşman saldırılarına bağlamamıştı. Rüşvetin artması, liyakatin ölmesi ve toplumun adaletten kopmasını asıl tehlike olarak görmüştü.
Bugün biz de kendi "risalemizi" yazmak zorundayız. Analitik düşünme yetisini kaybetmiş, sadece kendi siyasi kampının sloganlarıyla düşünen bir toplum, geliyorum diyen yangına söndürüyorum diye benzin döktüğünün farkında olmalıdır!
Bu bataklıktan çıkış yolu, siyasi kimlikten önce "İnsan" olmakla yakından ilişkilidir.
Bu gidişat bir kader değildir. Tarihimizden ve inancımızdan aldığımız o asil ruhla, bu olumsuz tabloyu tersine çevirebiliriz.
Kimin bizden olduğuna değil, kimin işi bildiğine bakarak, yanlış yapan babamız bile olsa, "Bu yanlıştır" diyebilme erdemini göstererek,
ahlakı siyasetin önüne koyarak, ahlakın olmadığı yerde dinin sadece bir kabuk, siyasetin ise bir talan mekanizması olduğunu anlayarak içine sürüklenmek istendiğimiz bu bataklıktan kurtulabiliriz.
Bedel ödemeden kurtulmak istiyorsak, önce birbiriyle kavga etmek için yarışan ve topluma hakim kılınan siyasi "bağnaz" tutumumuzu terk etmeliyiz. Bu memleket hepimizin; gemi su alırken kaptan köşkündekinin kim olduğu, ambarın hangi renge boyandığı önemsizdir. Gemiyi yüzdürmek için ortak bir farkındalığa ihtiyacımız var.
Gelin, geç olmadan o uyanışın bir parçası olalım ve yok olmadan uyanalım.