“Yurttaşlık Bilgisi” ve
Bilinç Bulanıklığı
Çocukluğumuzda ve ilk gençlik yıllarımızda sosyal/toplumsal sorumluluk bilincinin geliştirilmesi aile için de devleti yöneten anlayışın da eksiklere/olanaksızlıklara karşın önem ve öncelik verdiği bir uygulama olmuştu. Hem aile bireylerine hem de okul çağındaki gençlere bu duygu ve bilincin verilmesi aynı zamanda uygar bireylerden oluşan yurttaşlar topluluğunun oluşturulacağı bir uluslaşma süreci için zorunluydu.
Kuruluş ve kurtuluştan hemen sonra başlatılan seferberliğin önemli bir ayağını oluşturuyordu sorumlu yurttaş, uygar birey olma çabası. Cumhuriyet Devrimi’nin başarılı olabilmesi, korunması ve günün koşullarına göre sürdürülmesi yurttaşlık bilinciyle donanmış bireyler/toplum sayesinde olacaktı.
Özenli davranan ailelerin yanında eğitim sistemi de “Yurttaşlık Bilgileri” dersi ile bilimsel bir izlence dahilinde Cumhuriyetin çocuklarına/gençlerine önemli katkılar sunmuştu. Kuşkusuz bu bilinçlenme süreci çıkarcı çevrelerce önce kesintiye uğratılmış daha sonra “liberal”, “bireyci”, anlayışlarla eğitime boca edilerek, “altta kalanın canı çıksın”, “gemisini kurtaran kaptandır”, “bal tutan parmağını yalar” sorumsuzluğuyla yaygınlaştırılmıştır. Geçerli “değerler” olarak öne çıkarılan bencillik ve türevleri toplumsal dayanışmanın yurttaşlık bilincinin önünü tıkamıştır.
Bireyin sosyal ya da toplumsal varoluşunu tümleyebilmesini sağlayan ve “Sosyal Bilgiler” diye adlandırılabilecek bilim alanlarının içselleşmiş olması bir bilinç düzeyi sağlanmasıyla ancak olasıdır. Başta Felsefe, Mantık, Psikoloji, Sosyoloji, Tarih, Coğrafya, Siyaset Bilimi ve temel hukuk… Bunlara koşut kişi/insan hak ve ödevleri, sorumlulukları, demokratik haklar ve Yurttaşlık Bilgisi ve bilinci sosyal bilimlerin yanında edinilmesi/kazanılması gereken değerlerdir.
Sosyal bilimlerden yeterince yararlanamayan kişiler temel yurttaşlık bilincinin mantıksal önceliğini de zor kavrar ya da kavrayamazlar. Bu “mantık”’ tan yoksunluk öznel değerlendirme ve “öznel mantık” anlayışını dayatır. “Öznel mantık” da toplumcu düşüncenin önünü keser, bireyciliği yaygınlaştırarak yurttaşlık bilincinin oluşmasını engeller. Düşünsel/felsefi anlamda mantık gelişimini edinememiş kişiler değerlendirme ve yargılarını kendi öznel ölçütlerine göre önceler/düzenler ve uygulamaya başlar.
Yaşanılan toplumun tanınması yanında, toplumun bir parçası olarak etkin bir birey olma sorumluluğu da çok önemli sanırım; günümüzde özellikle gereksinim duyduğumuz. Başkalarına bırakılan, kendimiz dışında aradığımız büyük bir toplumsal sorumsuzluk belki! Sorumlu yurttaşlığı kendimizden, yakınımızdan, siyasi ya da kültürel aidiyetimizden uzakta arama aymazlığı da denilebilir!
Göreneği, dayanışmayı, birlikte üretip paylaşmayı, emeği, adaleti, eşitliği, hukuku, saygı/sevgiyi vb. değerleri önceleyip önemsemeyen bir topluma evrilme son yıllarda hızlandı/hızlandırıldı. Bu olumsuzluğun öncelikli sorumluları ülkemizi değişik dönemlerde yöneten hükümetlerdir/yöneticilerdir. Özellikle halkçı/kamucu ilkelerden uzaklaşan, Cumhuriyet Devrimi stratejisinden ayrılan yöneticiler -ki halkı sürü olarak görmüşlerdir; bilinçlenip aydınlanmaları, özgür yurttaş olmaları onların işine hiç gelmeyecektir- bu anlamda birinci derece suçludurlar.
Yurttaşlık bilinci, ulus egemenliğine dayalı bağımsız bir ülke ile eşitlik, özgürlük, kardeşlik temeline dayanır. “Kul” olmaya karşı çıkarak özgür birey olmayı/olabilmeyi öngörür. Sadece oy kullanmak, askere gitmek, vergi vermek olarak anlamaz yurttaşlık kavramını. Yurttaşlık gelişiminin tamamlanmamış olması kimi hak ve ödevlerin/sorumlulukların da içselleşememesine yol açar. Cumhuriyet Devrimi aynı zamanda “yurttaş” olma bilincini sağlayarak uluslaşmayı ve uygar bir toplum olmayı öngörür. İnsanın insana kulluğunu/üstünlüğünü kabul etmez uygar yurttaşlar. Uygar yurttaşlar, hak ve adaleti, eşitliği, sosyal/toplumsal barışı, uyumu bilinç ve akıl yoluyla arar ve bulurlar. Birilerinin iki dudağına, gözlerine ya da vücut diline bakarak “birlik/beraberlik/bütünlük” ve “barış” söylemine aldanmazlar. Şeyhlerle, şıhlarla, ağalarla, tarikat ve cemaatlerle, ırkçı ve dinci bölücülerle sağlanabilecek bütünlüğün yapay olduğunu, sanal ve aldatmaca olduğunu bilirler!
Ayrıca sözünü ettiğimiz feodal yapılanmalar/kurumlar bilimsel eğitime, kültürel değerlere ve sanata yapıları ve amaçları gereği doğal olarak karşıdırlar. Çünkü kendi varlıkları ve gelecekleri için bilim-kültür-sanat/yaratının aydınlatma gücü diğer pozitif bilimlerle birlikte onların sonunu getirecektir, bilirler. Özellikle eğitim ve sanat, aydınlanmanın, sorumlu yurttaş olmanın olmazsa olmazıdır ve kültürel bütünlüğü sağlayan vazgeçilmezleridir. Eğitime gerici müdahale bundandır! Çocukların ve gençlerin bilimsel, laik/demokratik eğitim almaları yerine, hurafe ve metafiziğin/dinsel dogmaların, ritüellerin öne çıkarılması, eğitim kurumlarının içine yerleşmesi/yerleştirilmesi bundandır! Kültür-sanat kurumlarına, insanlarına engel olma çabası; yasaklamalar bundandır!
Egemenliğin ulusa/halka değil tanrısal güçlere dayandığını öne süren şah, padişah, sultan, hanedan ve bunların türevi sayılabilecek daha alt düzey oluşumlar olan Şeyhlik, Müritlik, Beylik, Şıhlık, Ağalık gibi kurumlardan yani feodal yapılanmaların elinden alınarak uygar bir toplum ve ülke oluşturmak Cumhuriyetin vazgeçmeyeceği/vazgeçemeyeceği amaçlarındandır!
Onun için yurttaşlık bilgilerinin içini boşaltarak dinci-etnikçi-ümmetçi kurallar yığınıyla yurttaşlık bilincine saldırılmakta!
Onun için bütün saldırı okları Cumhuriyete ve onun devrimci kalıtına!
Günümüzün temel sancısı da temel çelişkisi de budur!
Bu saptamayı yapmayan /yapamayan ya da bu toplumsal gerçekliğe sırtını dönen siyasi önderlikler, yapay barış arayışlarıyla, sanal çözümlerle, sahte “birlik-bütünlük”, “toplumsal barış” söylem ve gösterileriyle toplumun önünde daha fazla duramazlar; önü-sonu bir aldanışın girdabına tepe-takla düşerler!
-Yarınlar Güzel Olacak-