Bana göre bir ruhu ve bir hikâyesi olan iyi bir Türk Sanat Müziği şarkısıdır. İnsanın içini sızlatır, anlayacağınız kalp ağrısı yapan bir şarkıdır! Bazı şeyleri durup da anlamak için bana göre yeterli derecede yaşlanmak gerekiyor. Belki de şarkıların ruhunu anlamak için yeterince yaşam tecrübesine ihtiyaç vardır! Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum! Siz ne dersiniz? Bu şarkının kadrini bilmeden geçmek yazık olurdu.

Hicaz bir bestedir ve söylemesi bir hayli de zordur. Özellikle ikinci dizesini dinlemekten çok haz aldığım bir şarkıdır. Gerçi erkekler hep genç kadınlardan hoşlanmışlardır bu şarkı aksini söylese de! Yazanın ne düşündüğünü birazdan anlayacağız. Şimdi biz hikâyemize dönelim.

Türkiye'de ilk konservatuvar 1914 yılında Darülbedayi adıyla kuruldu. Amacı: Türk müziğinin değerli eserlerini saklayıp koruyarak devamını sağlamak, Yapılacak bilimsel araştırmalarla eski müzik eserlerini tespit etmek. Son çağın müzik gelişmelerini yurdumuzda yaymak ve yayımlamak. Ulusal müziği layık olduğu olgunluk düzeyine yükseltmek.

Opera, operet, koro gibi şanla ilgili batı müziği eserlerini dilimize aktarmak ve uygulamaktı.

Bir hazırlık sınıfından sonra batı müziği için üç yıl, Türk müziği için iki yıl öğretim yeterli görülmüştü. Okul çok büyük hizmet vermeye başlamıştı. Zaman geçtikçe kadrosu güçleniyor ve öğrenci sayısı artıyordu. Kurtuluş Savaşı bitmiş, Cumhuriyet kurulmuştu. Kız öğrenci sayısı da artmıştı. Çok tecrübeli hocalar Türkiye'nin her yerinden gelen öğrencilerle eğitime devam ediyordu.

İstanbul'dan okula katılan genç bir kız ders dışında daha çok şey öğrenmek için çaba sarf ediyor ve hocasıyla daha çok zaman geçirmek istiyordu. Hocasıyla birlikte geçirdikleri vakitler arttıkça gönlü hocasına doğru engellenemez biçimde kaymaya başlar.

“Kızım, senin hiç arkadaşın yok mu? Bakıyorum derslerin dışındaki zamanını da burada geçiriyorsun!”

“Hocam, okulda geçirdiğim zamanı daha çok seviyorum. Hem de bu arada sizden çok şey öğreniyorum.”

“Tamam, ama kızım bak gençsin, güzelsin! Bu günlerini de değerlendirmen lazım. Arkadaşlarınla buluşup güzel zaman geçirmelisin; bu senin hakkın! Hep okulda olman da çok iyi bir şey değil. Bu dediklerimi iyi bir düşün!”

“Tamam hocam, düşüneceğim!” deyip elindeki deftere bir şeyler yazmaya devam etti. Ancak kızın 'Düşüneceğim!' dediği olayla ilgili hiçbir değişiklik olmadığını hocası fark etmeye başlayınca kızın bazı projelerde beraber çalıştığı kız arkadaşını odasına çağırdı.

“Kızım lütfen otur!” Kız masasının önündeki koltuğa oturdu.

“Kızım, proje arkadaşını gittiğiniz gezilere ve eğlencelere götürseniz çok iyi olur. Her gün sabahtan akşama kadar okulda. Bu konuda ona biraz yardımcı olsanız...”

“Hocam, her zaman davet ediyorum; ancak o okulda olmaktan ve biraz da sizinle olmaktan çok mutlu!”

“Ne demek bu?”

“Hocam, sizinle geçirdiği zamanın onu mutlu ettiğini bana söylüyor.”

“Tamam; ama sen yine de gelmesi için onu zorla! Şimdi çıkabilirsin.”

Bir müddet sonra hocası bu ilginin farkına varmaya başlar. Ancak aralarında büyük yaş farkı vardır ve bu aşkın imkansızlığını bilir. Bu işi daha fazla uzatmamak için hoca okulun dışında bir yerde kızla buluşur. Ona bir baba sevecenliği ile yaklaşarak bu aşkın neden olmayacağını, bunun geçici bir aşk yanılması olabileceğini anlatır. Yaşamda zamanın çok önemli bir gerçek ve bu aşkın da imkansız olduğunu uzun uzun anlatır.

Kız bunları kabul etmek istemez ve ağlamaya başlar. Hoca anlattıklarına örnekler vererek onu sonunda ikna eder ve derslerine girmeyeceğini, onun için iyi olacağını anlatır. Bu konuda kızdan söz alarak oradan ayrılır ve Boğaz'da yürümeye başlar. Biraz gitmiştir ki ileride Boğaz'ı seyreden arkadaşı Sıtkı Angınbaş’a rastlar.

“Hocam ne böyle dalgın bir vaziyette geziyorsun? Lütfen gel biraz oturalım!” der ve konuşmaya başlarlar. Hoca ilk önce anlatmak istemez; ancak arkadaşının ısrarı üzerine kimseye anlatmayacağının sözünü alarak ona olanları anlatır.

“Evet hocam, zor bir durum; sizi tebrik ederim! Keşke bu olay sizin başınıza uzun süre önce gelseydi!”

“Keşke üstat! Bu işler nasip işi; biz o evreyi çok önce geçirdik. Neyse geç oldu; ben geçeyim artık. Görüşmek üzere...”

“Tabii hocam, görüşmek üzere...”

Hocanın anlattıklarından ve dürüstlüğünden, Sıtkı Angınbaş çok etkilenmişti.

Sıtkı Angınbaş bir gün sonra hocayı ziyaret ederek cebinden çıkardığı kağıdı ona uzattı.

“Hocam lütfen okur musunuz?”

Ben gamlı hazan, sense bahar, dinle de vazgeç

Sen kendine, kendin gibi bir taze bahar seç

Olmaz meleğim böyle bir aşk, bende vakit geç

Sen kendine, kendin gibi bir taze bahar seç

“Üstadım, çok güzel yazmışsın; seni tebrik ederim! Yaşadıklarım ancak böyle güzel anlatılabilirdi.”

“Hocam izin verirseniz Melahat Pars hanıma besteleteceğim.”

“Tabii ne demek! Ancak hikayesi gizli kalmak şartıyla...”

“Tabii hocam, onun için söz vermiştim.”

İşte bu şarkı, günümüze böyle geldi. Üretken insanların mekânları cennet olsun. İyi ki varlarmış.