Her şeyin ışık hızıyla değiştiği dünyanın ancak kuyruğuna takılarak “ben değiştim” diyen, düşünce organına oksijen girmeden yaşamayı yeğleyenlerin sanal dünyasında sanal saltanat tıkırında gidiyor!.. gibi  gözükse de ulus katında itirazlar gök kubbeyi ziyadesiyle inletiyor!..

              Günümüz sözüm ona toplum mühendisleri nezdinde, ülkenin sicil kütüklerinin çok da önem arz etmediğinin… tümden silmek adına her türlü herzeyi yediklerinin toplum olarak tabii ki ayırdındayız. Ancak bu farkındalığı umursamayıp; geçmişi karalamayı marifet sayan, emir kipinde bağırarak, çığlık çığlığa alanlarda nutuk atıp parmak sallayan devletluların! Tarihe de ulusa da verecekleri hesabın olduğu unutulmamalıdır.

               Sorumluluk yükü ağır olan devlet çarkını, sorumsuzluk yanı ağır basan devlet umurundan bihaber fotoğraf meraklılarına! Demokrasi oyunu oynarcasına teslim etmenin hafifliğini yaşayanlara Mahsuni Şerif’in Yuh’uyla , binlerce kez Yuh yuh…

                İnsan olanın, kendini insan diye tanımlayanın! Tarihe baktığında türünün uğradığı baskı, gördüğü şiddet kadar başkalarına yaptığı zulüm karşısında da dehşete kapılacağını ve en azından bu nedenle artık şiddeti öteleyecek bir olgunluğa ulaşabileceğini beklemek ne yazık ki boş bir hayalmiş.

 80 yaşında vefat etmiş bir annenin, salt çocuğunun siyasi tercihi nedeniyle, kışkırtılmış organize bir çete eliyle kabrinden çıkartılarak bir başka vatan toprağına gömülmesine seyirci kalmak, hem toplumsal duyarlılık hem de devlet umuru bağlamında tarihsel bir sorgulamanın kapılarını ardına değin aralar… Bu bir avuç çapulcunun saldırısı sırasında; telefonları ve vicdanları kapalı olanlar bilinmelidir ki,  İnsan haklarına saygılı, demokratik, laik sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve halkı böylesi bir insanlık dışı lekeyle anılmayı hak etmemektedir.

             İnsan onuruna yaraşır AYRIMSIZ bir arada yaşama talebinin çağlar boyunca bir yerleri tedirgin ettiği doğru da… Kamu düzenini tehdit ettiği son bin yılın en büyük yalanı bu yalanın en azından günümüz koşullarında “Kamu Hakkının”  son kaba hilelerinden biri olup olmadığının artık hukuk içinde sorgulanması gerekmez mi? Ortak akıl diyerek ortalığı velveleye verenlerin ve Akil adamların bu konuda söyleyeceği sözler tükenmiş midir? Yoksa söz konusu olan akıl tutulması mıdır?

                Komplo ve cinnetin normal sayılıp, soluk almak kadar doğal bir olay gibi algılandığı, hır yıkımın yeni bir travmayı ve yeni bir ağıtı yükselttiği toplumlarda süresi belirsiz umarsız bir sessizlik hüküm sürer!

                  Bir insanı… tanımadığı, belki de hiç görmediği ama tanıdığı ve gördüğü insanlara çok benzeyen bir insandan bunca NEFRET ettirebilmek için kim bilir neler yaptılar, neler vaat ettiler? Ve biz o zamanlar derelerdeydik? Diye sorgulamak kimselerin işine gelmiyor. Çünkü onlar bütün zamanlarda vardılar ve REZERV  diler!  Yılgınlığın egemen olduğu her süreçte, saldırılar normalleşip acılar büyüdükçe tepkiler de saman alevi gibi söner nasırlaşmış yüreklerde

                    Kıyam’a kalkmış bir cehalet, insanların yaşam biçimine hayasızca saldırıp yok ediyorsa yaralı bir serçe için gözyaşı dökmenin anlamı kalır mı hiç?

                     İnsanlıktan çıkmış, kendi nesline karşı vahşice Nefret Suçu işleyen yaratıklar arkaları sıvalanıp, kahramanlar gibi karşılanırken… ana rahminde oluşan bir cenin için, pembe yada mavi giysiler hazırlamak geleceğe dair neyin mesajını vererebilir?

                         Yıkım, kıyım ve yok etme güdüsünü; Neden-Sonuç ilişkisi bağlamında kendi iç dinamikleriyle değerlendirmek unutuldu neredeyse…

                         Belki de bu karşıtlık paranoyasında, biraz felsefi, biraz da duygusal yorumlar yapmak, demode bir romantizmin hezeyanı gibi algılanır oldu bu bereketli topraklarda?

                         Dostluk ve Kardeşlikle sarmal güzel bir hafta dileklerimle.