Yerli -yersiz, Ama- fakat… sonuçta herkesin bir biçimiyle politika yaptığı gerçeklerden kopuk, bu vaat yoğun ortama naçizane katkı amaçlı politika biliminin  tozlu sayfalarını bir soluk olsa da aralamak istedim!!..

Çağdaş politika biliminin kurucusu sayılan Macchivelli ;  Halkın sesinin- Hakkın sesini çağrıştırmasının hiç de rastlantı olmadığını vurgulayarak;

Yönetenler, eylem ve söylemleriyle halk katında inandırıcı olabilmek için, kamuoyuna ulaşma yollarını YÜKSEK BİR AHLAKLA ÖRMELİDİRLER… diye seslenir.

İktidar sahiplerine olan öneri ve uyarılarıyla tanıdığımız düşünür Güven Uyandırma konusunda oldukça radikaldir;

Herkes sizi göründüğünüz gibi görür, ancak birkaç kişi vardır ki işte onlar sizin asıl kimliğinizi bilir… onlar da ŞİMDİLİK! çoğunluğun kanısına karşı koyma cesaretine sahip değildirler, önerisiyle, tarihi uyarıda bulunur.

Umarım günümüz konu mankenleri! Bu tarihi uyarıdan ders çıkartıp; Kralın Çıplak hem de anadan üryan olduğunun! toplumun kahir çoğunluğu tarafından gözlemlendiği gerçeğinin ayırdına varıp!.. Mevlana’nın da öğüdüne uygun “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” seçeneğini uygularlar… Ya da Metal yorgunluğu yanılsamasını daha da ileriye taşıyıp sorunu yaz yorgunluğuna yormak kolaycılığını yeğlerler! ki bu keyfiyet de gerçeğin yüzüyle karşılaşılacak günün ertelenmesinden öte bir fayda sağlamayacaktır!

Ve bilinmelidir ki; GERÇEĞİN en beklenmedik zamanlarda aniden ortaya çıkıp SÜPRİZ yapma alışkanlığı vardır!.. Gerçeklik ve Hümanizma arayışlarının evrildiği Aydınlanma süreci, Kamuoyu Bilincinin zihinlere yerleşmesine büyük katkıda bulunmuş olsa da. Ancak aydın bir azınlığın zihni derinliğinde şekillenebilmiştir… oysa ki; kimi genel sorunlar hakkında kök salmış ortaklaşa kanıların kolektif bir anlatıma kavuşması, takdir edersiniz ki uzun bir zaman dilimine yayılı ve acılardan süzülerek gerçekleşir!..

Kamuoyunun gücünü öven ve öneren 17.nci ve 18.nci yüzyıl aydınları onu hep Dünya Kraliçesi tanımıyla yüceltmişlerdir. Voltaire bir yazısında;

“Halk filozoflara karşı cephe aşmış ise, bunu haklı bir hareket olarak algılamalıyız… Çünkü kamuoyu DÜNYANIN KRALİÇESİ olduğuna göre, biz filozoflar da onlara hükmeden kimseler değil miyiz? “  diyerek tarihe ironi yüklü manidar bir not düşer.

Ardılı Locke ye göre de ; “Siyasal kuvvet her zaman idare olunanların tarafında olduğuna göre, idare edenleri destekleyen tek kuvvet kamuoyudur. Bu nedenle de ERK in biricik dayanak noktası KAMUOYU olmalıdır.”

Jean-jacgues Rousscau ise Devlet kuramını deklere ettiği Sosyal Anlaşmada kamuoyuna dokunarak olayı farklı bir perspektiften değerlendirir. Rausscau’ya göre ;

“Siyasi, Medeni ve Ceza-i kanunlara ek olarak ve bunların hepsinden de önemli olarak, dördüncü bir kanun vardır… Bu kanun ne mermer, ne de tunç üzerine değil; ancak yurttaşların gönlüne yazılabilir!.. Devletin gerçek Anayasasını oluşturan bu kanun, öteki kanunlar eskidiği veya sönümlendiği zaman onları canlandırır ve tamamlar. Halka otorite yerine kendi özüne güvenmenin kudretini aşılar.”

Kuşkusuz yukarıda işaret edilen kanun koyucu, hiç tereddütsüz Kamuoyudur. Siyasal alt-üst oluşlarımızın bu meçhul kalmış köşesi!.. gerçek anlamda tüm siyasal girişimlerimizin  başarısını sağlayan anahtardır.

Kanun koyucu olan kamu iradesinin bu gizemli fonksiyonu… her koşulda ve bütün zamanlarda, binayı tamamlayan bir üst yapı olma özelliğini ve onurunu korumuştur.

Büyük insanlık ideali yüreklerde var olduğu sürece de bu devinim sürer dostlarım…