1983lü yılların ikinci yarısı…

Gazetede epey yorulmuş, biraz olsun soluklanmak için kendimi dışarıya atmıştım.

İkindi vakti…

Yakın olduğundandı belki, Taksim Parkı’nda Atatürk heykelinin hemen yanı başındaki masalardan birini tercih ettim. Garson hemen geldi, orta şekerli kahvemi söyledim.

Kafamda Kuzey Haber’in yarınki manşeti için haberleri yarıştırırken gençten birisi -başka masalarda yer bulamamış olacak ki-   centilmence  “-Oturabilir miyim?” diye sordu. 

“-Neden olmasın?  Hoş geldiniz, buyurun oturunuz…” dedim.

Kafamda ne manşet sıkıntısı kaldı, ne de gazete…

Uçtu gitti.

Genç ya; sordum, ne yaparsın, ne edersin diye…

Pek kendini anlatacak gibi değildi. Bir sorunu olup olmadığını sordum:

"-Ne olsun ki… Yok.” dedi.

Sanki kilitli sandık... Sorunu varsa da açıklamıyordu ama konuşmak isteyip de konuşamayan kişi durumundaydı anladığım kadarıyla...

Bulunduğum konum gereği sormak bana düştü yine. Sordum, anlattı:

"- 1985 yılından bu yana Trabzon’dayım. Rize Kendirli’denim.  Adım Salih… Arkadaşlarım/herkes bana  'Sade Salih'derler. Soyadım, Özdemir…

"- Sade Salih... Niçin, 'Sade', bir nedeni var mı?" diye sordum.

Uzun-uzun anlattı.

Belki, bir uzun öykü olacak kadar... Dili çözülmüştü. Yaşamından, arkadaşlarından, olaylardan anlatıyor, O anlatırken ben kimi yerde araya girip sorular soruyorum:

"- Peki, Salih siyasetle aran nasıl?" diye sorduğumda önce duraladı, sustu bir süre sonra yüzüme bakıp şu dizeler döküldü dudaklarından:

“Edep dar’a çekilir, edepsiz alkış tutar/Gözyaşımı saklarsam derya yuhalar beni//Buyur eder, içeri, arsızlık kapı açar/Adımımı atarsam haya kovalar beni…”

Haydaaa!..

Şu dörtlüğe bakınız. İlk dinlediğimde şaştım kaldım. Bu ne ifade böyle...

Ne diyecektim.

Karşımda dopdolu genç bir insan, isyanını bildiriyordu. Şiirini okuduktan sonra bir süre sustu “Sade Salih”...    Ben de doğrusu ne diyeceğimi şaşırdım.

Bir derya insanla birlikteydim.

Ismarladığım çayı bitirmiş, bir çay ya da başka bir şeyler içmesini istedim, teşekkür etti. Kabullenmedi.

"- Sade Salih,  sen iyi bir arkadaşsın anladığım kadarıyla, zaman-zaman buluşalım mı?” soruma;

“- Abi, ben sizi tanıyorum. Gazeteye gelirim” dedi.

Buluşmak umudu bende kaldı, vedalaşarak ayrıldık.

*

Aradan tam 30 yıl geçmiş… Otuz yıl önce not alıp günlüğüme yazdığım küçücük kâğıt parçası, kitaplarımı karıştırırken elime geldi.

İçimden “Ben bu ‘Sade Salih’i bulmalıyım” diye düşündüm.

Künyesini yukarıda yazdığım  “Sade Salih” arkadaşımı bulabilmem konusunda yardımlarınızı diliyorum.

*

Aslında herkesin birer “Sade Salih”i var sanıyorum.

Olmalı da…

“Sade Salih”in söylediği “dörtlük” bir yalnız insanın kendi iç dünyasındaki güzellikleri/doğruları egemen kılmak uğruna yanlışlarla/haksızlıklarla verdiği erdemli bir savaşı anlatıyor bizlere.

Ne mutlu. "Sade Salih"lere...

Ülkemizin bugün böyle insanlara çok gereksinimi var sanıyorum.