“ Öğrene öğrene yaşlanmak erdemdir… fakat öğrene öğrene devleti yönetirim diyenler hain sayılmalıdır.” Diyerek yüzyıllar ötesinden avazı çıktığınca seslense de bilge Solon, bu sesleniş hangi zamanenin! Umurunda?

Hem zaten zamane politikacılarının genelde Devleti yönetme iddiaları hiç olmadı ki! Niçin üzerlerine alıp kahırlansınlar ki?

Ülkemizde yılların birikimi olup bitenleri, bugün içinde cebelleştiğimiz çelişkileri gördükçe insanın usunu kaybedesi geliyor. Demokrasi diye tarif edilen iklim ve Kanun devleti ikilemi arasına sıkışıp Evrensel Hukuk Kurallarına yöntem önermeye çalışan zevat!.. sanırım kabileyle Devleti birbirine karıştırmakta bir beis görmüyor… aydın görünümlü cahil cüheladan destek aldıkça da bu kaos ortamından beslenme güdüsünü sürdürüyor!

Kuşkusuz kaostan her zaman felaket çıkmaz. Kaos, bazı koşullarda yeni bir uyanışın, yeni bir denge arayışının da hazırlayıcısı olabilir. Görülen odur ki; sürekli ve anlık “gündem değiştirme tekelini” elinde tutanların da şu günlerde duruma hakim olamamaları;  şaşkınlık, aymazlık ve yanılsama sarmalında ertelemedikleri kin ve nefretle, en temel Hak ve Özgürlüklere saldırdıklarını sürdürüyor olsalar da çoğu kez; şaşkınlık içerisinde gelişmelere ancak seyirci kalabildikleri bir süreci bir türlü engelleyemiyorlar!..

Dünyanın ileriye doğru devinimine, kendi düş dünyalarınca ket vurabileceklerini sanan zamane düşkünlerini! Umarsız sayrılarıyla baş başa bırakıp, Cumhuriyetin demokrasiye, Kanun devletinin Hukuk devletine evrilme yürüyüşünü sürdürmeliyiz.

Devlet, aslında “meşru güç” kullanımının odağıdır. Fakat devletin elinde tuttuğu güç demokrasilerde sınırsız olmadığı gibi, orantısız da değildir ve istenildiği gibi kullanılamaz… Devlet kuran süreçler, Sivil Toplum Güçlerinin merkezle çatışması sonucunda oluştuğundan, güç kullanımı aslında bir tür güç paylaşımıdır da. Ve bu güç paylaşımı yaşamda karşılık bulduğunca devletin demokratikleşme süreci de gerçekleşmiş olacaktır. Yoksa insanların en temel haklarını öteleyip, tehdit ve şantajla özgürlüklerin önünü kesmeğe çalışmak, demokrasi adına hiçbir şeyi paylaşmamak demektir ki bu asla kabul edilmeyecektir.

Hukuk devleti; sınırsız yetkilere sahip buyurganların yetkilerini sınırlamakla ortaya çıkar… Hukuk devletinde hukukun evrensel kurallarıyla sarmal kurallar geçerlidir, yönetim erkini elinde bulunduranlar da dahil olmak üzere tüm yurttaşlar bu kurallara uymak zorundadırlar. Ucu kendilerine dayandığında “düşünceyi ifade” ve “adil yargılanma” talebini hatırlatan dünün mağdurları! “sorgulama” ile “yargılama” süreçlerini birbirine karıştırıp, sisli havada “beyhude” av peşinde olanlardır!

Demokrasilerde Hukuk hiçbir koşulda siyasetin emrine verilmez… ve asla bir öç alma aracı olarak kullanılamaz. Güvenlik gerekçesine sığınarak, Hak ve Özgürlükleri yok sayan polis devleti anlayışının karşıtı olan hukuk devletinde, Evrensel Hukuk normlarıyla donanımlı bir kurallar zinciri oluşturulur. Cübbelerinin önü düğmesiz yargıçların oluşturduğu! Hukuk devletini yaşatacak kurumlar kurulur; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Yüksek Seçim Kurulu gibi… İşte demokrasilerde meşru güç böyle oluşur…

“ Bireyler özgür kalmadıkça, haklarını kavramış olmadıkça… istenilen yöne, herkesçe iyi ya da kötü yönlere sürüklenebilirler.

Kendini kurtarabilmek için her bireyin alınyazısıyla kendisinin ilgilenmesi gerekir.”

28 Aralık 1919-Ankara Mustafa Kemal ATATÜRK

Atamdan armağan özlü bir gerçeklik… salt aklını özgürce kullanabilen bireyler, yargılarını kendileri belirleyebilirler. İnsan haklarına dayanan, Demokratik- Laik- Sosyal Hukuk Devletini kuranlar böylesi donanımlı bireyler hedeflemişlerdir. Bu duyguyu yaşayan ve yaşatanlara selam olsun…