Tarihin bütün dönemlerinde olduğu gibi, bugünlerde de güce- güçlüye yaranma adına, gerçekleri çarpıtma yetenekleri gelişmiş ve derslerini bir güzel ezberlemiş günümüz “hacıyatmazları”  hayli revaçta!

Kanımca bu tedavisi olanaksız bir sayrılık … özellikle de “unutkanlıkla malul” toplumlarda, sürekli kendini güncelleyen “dalkavukluk” virüsünün oluşturduğu bir umarsız sayrılık!

Bugün sizinle paylaşmak istediğim böylesi bir dalkavuğun, Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı eserinde tariflediği dudak uçuklatan ibretlik öyküsüdür;

Yıl 1925 dir. Aralarında Şevket Süreyya’nın da bulunduğu kimi aydınlar Komünizm propagandası yaptıkları savıyla İstiklal Mahkemesine sevk edilmişlerdir.

Şevket Süreyya, öyküsünde… mahkemeye gittiği ilk gün karşılaştığı bir olayı anlatır;

“… Yukarıda kopan bir gürültü, bütün hareketleri durdurdu. İri yarı, pehlivan yapılı bir vazifeli merdivenin başında bağırıyor, tepiniyordu.

Başında kocaman bir kalpak vardı. Hasır şapkalı bir gencin yakasına yapışmış, tartaklayıp duruyordu.

‘Nedir bu kepazelik, Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?’

Sonra sözler muameleler daha da sertleşti…

Arkasından kuvvetle bir tekme yiyen genç, merdivenlerden aşağı tekerlendi. Çantası bir tarafa, şapkası bir tarafa gitti.

Fakat heybetli üye hala hıncını alamıyordu. Basamakların başında boyuna birtakım küfürler, ağır tabirler savuruyordu.

Şapkasını, çantasını güçbela toparlayan genç kendini sokağa attı. Artık bu hakaretleri işitemeyecek kadar uzaklaşmıştı.

Bu genç (Hikmet Şevki) bir gazeteci idi… Şapka giymenin henüz kanunlaşmadığı, fakat bazı atılganların şapka giyebildiği günlerdi. Bu genç gazeteci de başına hasır bir şapka geçirmiş ve mahkeme binasına haber derlemek için şapkayla gelmişti…”

Bu ibretlik, insanlık dışı davranışın çok değil sadece birkaç ay sonrasını yine Şevket Süreyya’dan dinleyelim;

“ … Bir aralık üst sahanlığın başında aynı iri yapılı üye göründü. Fakat şimdi başında bir ‘hasır şapka’ vardı. Mahkeme salonundan çıkarılan bir hükümlü grubunun merdivenlerden indirilmesine nezaret ediyor, bir sıra emirler veriyordu;

 Bu grubun önünde iri yapılı, yüksek boylu, ciddi tavırlı bir müderris yürüyordu. Başında fes ve sarık vardı… Suçu, o sıralarda yayımlanan Şapka Kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlar da karışınca ( Vatana İhanet )  Mahkemeden en ağır hükmü yemişti…

Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor çağırıyordu.”

Genç gazeteciyi şapka girmediği için, tekme tokat merdivenden yuvarlayan kişi ile, Ölüm cezasına çarptırılan müderrise verilen cezayı az bulup bağırıp çağıran, itip kakan … Kalpağı atıp hasır şapkayı anında giyen yine, aynı düzenbazdı.

Evet sevgili okurlar, bu iflah olmaz sayrılığı bu tip insanlıktan nasiplenmemişler yaymıştır topluma hep…

Tabii ki bu arada bir toplumsal yaraya romanında tüm detaylarıyla yer veren yazarın en  azından objektiflik adına … ölüm cezasına esas olan hükmün; şapka kanununa muhalefetten değil de Vatana İhanetten verildiği gerçeğini okuyucusuyla paylaşmasını beklerdik.  

Etrafınıza çepeçevre şöyle bir bakındığınızda. Ne yazık ki, yukarıdaki ibretlik öyküde bahsi geçen “düzenbaz” ın 21.yüzyıl patentli, kraldan çok kralcı ardıllarına ve gerçekleri çarpıtma özelliği gelişmiş nice önyargılı kalemşör’e sıkça denk geleceksiniz!

Bu ayrık otlarına karşı alınacak önlemler; NUTUK da satır,  satır kayıt altındadır…

Güneşli günlere sarmal,  mutlu bir hafta diliyorum…