HER ŞEYE RAĞMEN AHLAKI EGEMEN KILMALIYIZ

Endüstriyel futbolun ortaya çıkmasından ve bu günkü noktada gelmesiyle birlikte her geçen gün gelişme kaydetme eğilimi gösterirken, bir yandan da gerçek ruhunu kaybettiğine tanıklık ediyoruz. Paranın çok ön plana çıkması, başarının her türlü olumsuzluğun üstünü örtmesi nedeniyle ahlaken sorgulanmasını gerektirecek sayısız olayla karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” sözü artık geçerli değil… Geçerli olan, “Ben sporcunun zeki, çevik olanını severim. Ahlaken ne yaptığı umurumda bile olmaz” düzeni ne yazık ki!...

 Bunun en son ve somut örneğini de Türk futbolunun sözde en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Galatasaray ile  Karabükspor’u çalıştıran Hırvat Teknik Direktör İgoır Tudor arasındaki sözleşme yapılma sürecinde yaşadık. Karabükspor’un sezon başında sözleşme yaptığı ve sorunsuz yoluna devam ettiği İgor Tudor, Rikerink’in iş akdinin feshedilmesinden bir gün sonra Sarı-Kırmızılı kulüp ile sözleşme imzaladı. Arkasına bile bakmadı. Bu sözleşmenin hemen ardından Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, kendilerini ahlaksızlıkla suçlayanlara ağır tepki verdi. Hiç kimsenin kendilerine ahlak dersi veremeyeceğini milyonlarca insanın gözünün içine baka baka söyledi. Yüzü hiçbir şekilde kızarmadı.

BANKER MAHMUT’UN SÖZLERİNİN GERÇEK HAYATA YANSIMIŞ HALİDİR BU TAVIR…

Tudor da, Galatasaray kulübüne attığı imzayı ve Karabükspor’u yüz üstü bırakmasını savunurken, kulüplerin başarısızlık anında kendilerini kapı önüne koyduğunu ifade ederek, davranışını makul göstermeye çalıştı. Aslında hem Özbek’in, hem de Tudor’un tavırları, Banker Bilo filmindeki Banker Mahmut’un tüm ahlaksızlıklarına bir kılıf bulmak için söylediği, “Yaptım, evet yaptım ama hele bir sor neden yaptım diye” repliğinin gerçek hayata yansımasından başka bir şey değil… Ve tam da bu noktadan bakarsak, hem Galatasaray’ın hem de İgor Tudor’un da tavrı ahlaken sorgulanmaya muhtaçtır ve mahkum edilmelidir.

Neden mi?

Çünkü Galatasaray hükmettiği ekonomik büyüklüğüyle, lobi ve kulüp gücünü kullanarak, bir başka kulübün sözleşme yaptığı ve karşılıklı anlaşmayla yollarını ayırmadığı bir teknik direktörü ayartmıştır. Karşı kulübün mağduriyeti onun için hiç önemli değildir. Hatta o kulübü böcek kadar bile değerli görmemektedir. İgor TUdor da, kendisiyle yaptığı anlaşmayı bozma niyetinde olmayan ve ona güvenen bir kulübü arkadan hançerlemiştir. Biri kurum, biri de kişi olan bu etik değerler açısından sorgulanmaya muhtaç tavrın mutlaka yasal bir karşılığı olmalıdır. Ama ne yazık ki böyle bir yaptırım yok. Olmayınca da güçlü olan, güçsüzü ezmekte hiçbir sakınca görmemektedir. Diyeceksiniz ki, “Bu tür ahlaken sorgulanması gereken tavırları toplumun her kesiminde görmüyor muyuz?” Evet bu tavır sadece spor dünyasında değil, hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. Çünkü toplumsal bir çürümüşlük söz konusu olan… Ya da “Karabükspor da, kendinden zayıf bir kulübün beğendiği teknik direktörünü ayartmaya kalkmaz mı?” sorusunu sorabilirsiniz. Kesinlikle kendinden zayıfı ezmekte hiçbir sakınca görmez… Ama işte asıl sorunun da burada olduğunun altını çizerek toplumsal değer yargılarımızın mutlak suretle değiştirmek için büyük bir ahlak seferberliği başlatmayı bir görev kabul etmemiz gerektiğinin de gereğinin yapılmasını isterdim.

ASIL SORUN POSTMODERNİS BAKIŞ AÇISININ EGEMEN KILINMASI

Biz yine asıl konumuza dönelim… Meseleye İgor TUdor’un baktığı pencereden bakarak başlarsak; Hırvat Teknik Direktör diyor ki; “Kulüp sözleşmem bitmeden işime son verebiliyor.”  Haklısın da… Ama işine son vermeyen kulübü de sen arkadan hançerleyebiliyorsun değil mi? Bunu sadece sen yapmıyorsun. Senin gibi nice teknik direktör, futbolcu yapıyor. Arkasına bile dönüp bakmıyor. Ne yazık ki Dünyada temel sorun aslında şu… İnsanlar olarak her olguya ya da duruma kendi çıkar penceremizden bakıyoruz. Çıkarlarımıza uygun olan her şey, davranışımız dünyanın en alçak eylemi de olsa gerçekleştirmekten geri durmuyoruz. Ama bizim çıkarımıza olmayan aynı tür eylemleri gerçekleştirenler başkaları olunca onları dünyanın en alçakları olarak nitelendirebiliyoruz. Postmodernist düşünce akımının insan beynine nüfuz etmesinin sonuçları yani…

Bu noktada İgor Tudor’a şunu söylemek gerekir aslında; “Siz teknik direktör olarak toplumun yüzde 90’ının rüyasında göremeyeceği paralar karşılığı kulüplerle anlaşıyorsunuz. Onlara başarı sözü de veriyorsunuz. Sonra alınmasını istediğiniz en az 10 oyuncuya, milyonlarca Euro ödeterek kulübü mecbur ediyorsunuz. Onların eski kulüplerine kazandırıyorsunuz, menajerlerine köşeyi döndürüyorsunuz, kendilerinin banka hesaplarının şişmesine sebep oluyorsunuz. Sonra sahada rezilleri oynayan, sonuç üretemeyen, futbol adına hiçbir şey vermeyen bir takım çıkarıyorsunuz. Başarısızlığınızı kabul edip, erdemli davranıp, ayrılmak da istemiyorsunuz. Tazminat maddenizin işlemesini bekliyorsunuz. Tazminatı da cebinize indirip, kısa süre işsiz kalıp, ardından bir başka kulübün canını yakmak için yeni imzaları atıyorsunuz. Arkanızda bıraktığınız enkazın sizin açınızdan hiçbir önemi yok.”

ONURLU TAVIR VE ŞÖVALYE RUHU UNUTULMUŞ

Bunları yaparken, yaşarken, yaşatırken sorun yok değil mi? Tek kaçış noktanız, başarısız olduğunuzda işinize son verilmesi olsa gerek! Yani kulüp işinize son verdiğinde tu-kaka öyle mi? İgor Tudor’un unutmaması gereken gerçeklerden biri de, Galatasaray’a giderken, yine kendisi gibi bir teknik direktörün aşağılanarak gönderilmesine sebep oluyor. Bir meslektaşını arkadan hançerliyor. Ama önemli değil. Çünkü kendisinin de bir gün arkadan hançerlenebileceğini düşünüyor. Sistem böyle kurulmuş, insanları öyle kurgulamış… Onurlu davranışlar, şövalye ruhu unutulmuş!

Bir de duruma Galatasaray cephesinden bakarak değerlendirirsek, bu kulübü yönetenler, Rikerink’in işine son verip, yerine İgor Tudor’u getirirken en küçük bir empati yapma ihtiyacını hissetmiyorlar. Ne yazık ki insanı insan yapan ruhun erdeminden habersizler. Tek dertleri kendilerini suçlu ilan edecek başta taraftarlar olmak üzere kamuoyunun ağzına bir parmak bal çalmak… Kendi yanlışlarının faturasını bir tek kişiye, ya da farklı kesimlere yükleyerek kurtulmak. Sadece onlar değil, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor ve hatta diğer tüm kulüpler de benzer tavırları çok rahatlıkla hayata geçirebiliyor. Ve bunları adeta hayatın doğal akışı içindeki normal davranışlar, eylemler olarak gösterebiliyorlar. Toplum da tüm bu olup biteni bir seyirci edasıyla izliyor. En küçük bir hesap sorma düşüncesi içinde hareket etmiyor. Çünkü her bir kesim için, etik, ahlak, ilke kavramlarının bir esprisi yok. Dünyaları bu… Başarısızlıkta belki de en az suçlu olanı idam sehpasına götür, boynuna ilmiği tak, altındaki sandalyeye bir tekme vur ve işi bitir. Zayıfı ez, güçlüye tapın ve hayatını bu şekilde sorgulamadan, sadece tevekkül ederek sürdürmeye devam et…

Sistemin sloganı bu olsa gerek…

BU ÇÜRÜMÜŞ DÜZENE KARŞI MÜCADELEYİ SONUNA KADAR SÜRDÜRECEĞİZ

Başta da söyledim. Bu ne yazık ki Yeni Dünya Düzeni’nin yarattığı insan ve kurum tipi… Yeşil çimler üzerine de bu sistemin yansıması… Futbolun en üst yönetim organı FİFA, Avrupa’nın patronu UEFA da birçok konuda ahlak dersi verirken, fair-play ruhundan söz edip tüm paydaşlarına bu değerlere uymaya çağırırken, birçok konuda kesin hükümlerle yasaklamalar getirirken, en tepelerindeki başkanlarının bile hileli ve akçalı işlerden ceza aldıklarına kaç kez tanık olduk…

Acı ki, kapitalist sistemin ürettiği insan tipleri ve onların yönettiği kurumlardan eşitlik, adalet, ilke, ahlak, etik gibi değerleri beklemek saflığın ötesinde aymazlıktan başka bir şey değil kuşkusuz… Ama sessiz mi kalacağız? Bu güçlünün zayıfı ezdiği, zayıfın daha zayıfı boğduğu düzen ve onun yarattığı insanı değerleri yerle bir eden ahlak anlayışına, çürümüş düzene karşı mücadele etmeyecek miyiz? Düzelmesi ve hayatın her alanında eşit koşullarda rekabeti yaratma savaşı vermeyecek miyiz?

Vereceğiz tabii ki…

Hem de sonuna kadar!...

ERKEN HAVAYA GİRMENİN SONUÇLARI!

Trabzonspor sezona gerçekten çok berbat başladı. Bunun sonucu uzun süre küme düşme hattına yakın yerlerde gezindi durdu ama ikinci yarıda üst üste aldığı 4 galibiyetin yanında, üst sıralardaki takımların da istikrarsızlıkları camiada bir anda büyük bir hava yarattı. Bu da doğaldır. Başarıya aç olan insanlar, hedefi küçülttükçe, birkaç iyi sonuçla birlikte tüm sorunları çözdüğünü sanabilir. Geçen haftaki yazımda uyarıda bulunmuş ve sevinmenin doğal olduğunu söylemiştim. Ama hiç kimsenin de uçmaması gerektiğini, aksi takdirde çakılmanın da kolay olacağını anlatmıştım.

Taraftarın şampiyonluk naraları atarcasına ortalıkta dolaşmasını doğal karşılıyorum artık… Çünkü onların büyük bölümü hayatın her alanında başarısız olduğu için futbolun içinde gönül verdikleri ve masal kahramanı olarak gördükleri Trabzonspor’u yere göğe sığdıramayabilirler. Ama kulübü yönetenlere ne demeli! Bir anda Avrupa kupalarından söz edilmeye, hatta ligi ikinci bitirip Şampiyonlar Ligi’ne koşmaktan söz etmeye başladılar. Bunun yanında Genel Sekreter Gencağa Meriç de, hem takımı yere göğe sığdıramadı, hem de, “Gelecek sezon en az 4 tane üst düzey transfer yapacağız” açıklamasında bulundu. Meriç’e, “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye tepki vermek en doğal hakkımız olsa gerek…

Bir yandan takımı yere göğe sığdıramayacaksınız, diğer yandan da oyuncularınızın bir bölümünün çok yetersiz olduğunu ve onların yerine çok daha kalitelilerini alacağınızı beyan edeceksiniz. Bu oldu mu? Lafı fazla uzatmayacağım. Sadece şunu söyleyeceğim. Lütfen arkadalar… Büyük lokma yiyin ama büyük konuşmayın. Sonra lokmayı yutabilirsiniz ama o sözler sizleri boğabilir.