Şair ne de güzel betimlemiş…

“Ay tutulması aklını karıştırır çiçeklerin…”  diyesi.

Peki bize neler oluyor?

Ay mı tutuldu ruhumuzda, yoksa tutulan güneşimiz mi oldu?..

Nedir bu toplumsal cinnetin ardında yatan acı gerçeğimiz?

Hani “ Umutsuzluğun can sıkıntıları “ vardır; tedirginlikle harmanlanmış, karmaşık duyguların arasından apansız geliveren!..

İşte böylesi bir ruh hali tüm benliğime egemen … salt yüreğimin sesine ses katabiliyorum umarsız… Ve yüreğimin sesi, tüm bu olup bitenlere, bu kaba irade gaspına ve ahlaksızlığa isyan ediyor.

Yazılarımda sıkça vurgularım belleksiz bir toplum olduk diye.

Sanki yaşananların bir tarihi yokmuş, sanki bildik bir oyunun parçaları değillermiş gibi davranıyoruz...

Siyasal ve ideolojik düzeysizliğin tahlilini gereğince yapamadığımızdan olsa gerek; geçmişi eleştirel bir tavırla hatırlamayıp, onu geleceğimizi aydınlatacak bir gerçek olarak göremiyoruz.

Yaygın medyanın saptırmaları bir yana, sosyal- siyasal-ekonomik depremin en derin yaraları bile her nedense bize vız geliyor!..

Şimdilerde YSK’yı eleştirip, bazı ürünleri boykot ediliyor falan ya; dön bak bakalım, bu güne değin nelere kayıtsız kalınmış?

Nelere göz yumulup, neler kabullenip susulmuş?

Dön bak… neler sorgulanmayıp, nelerden ve kimlerden medet umulmuş?

Bu günler öyle hemen gelmedi.

Yersiz bir benzetme mi yoksa gerçeği dile getiren bir öngörü mü bilemiyorum ama?.. Algı operasyonlarıyla sanki  “ Unutkanlıkla malul belleğimiz “ yeniden “test” ediliyormuş gibi geliyor bana.

Hukuk, kurum ve kuralların bir kenara itilerek herkesin! demokrasiyi kendine göre yorumladığı… içtihatların Yasaların önüne geçip, kendi kurallarını bile hiçe sayanların nara attığı! ülkemizde ne hazindir ki özellikle son kertede yozlaşmanın ve çürümenin hat safhaya ulaştığı bir sürecin “ Gel-Git “  lerini ibretle yaşamaktayız.

Gücü elinde tutan kural tanımıyor,

Gücünü kuralsızlıktan alıyor;

Kuralları kendi koyuyor, koyduğu kuralları yine kendisi çiğniyor…

Hakemi ise hiç takmıyor!..

Zaten kendisini hakem sanıyor…

Yaşananlar karşısında bu toplumu oluşturan ve “ gelecek güzel günlere” olan sevdasını belleğinde taşıyan herkesin, olup bitenler karşısında yüreğinde bir sızı oluştuğunu ve çaresizliğinden hicap duyduğunu biliyorum…

Demokrasi ve özgürlük adına, karşılıksız bedel ödeyenleri görüp de;

“Keşke bende bir şeyler yapabilseydim” diye hayıflananların sayısının, Cumhuriyet değerlerine her saldırının ardından artmakta olduğuna da inanmak istiyorum…

Zaten biz…

Yarınlarımızdan asla umudumuzu kesmedik ki…

Sevgiden, özgürlükten, sevgili ülkemizden, dostluklardan, kavgalarımızdan, aydınlık yarınlara olan umudumuzu hiç yitirmedik ki…

Yüreğimiz acıyla sancısa da, yaslandığımız bilincin aydınlığında kendimizi yeniden küllerimizden var edeceğimize hep inandık biz…

Önümüzde uzayıp giden dikenli yolların mutlaka bir gül bahçesine ulaşacağını,

 Her yerde, hayatın bizi en çaresiz bıraktığı kavşaklarda, umudun olabileceğini,

 “Umudun insanda olduğunu” biz asla unutmadık ki…