Bir devletin, “Hukuk Devleti” olarak tanımlanması yani tüm işlem ve eylemlerinde kendisini hukukla sınırlaması, hukuki ilkelere bağlı olması demektir. “Hukuk devleti olmak” bir devletin ya da o devleti oluşturan toplumun iradesidir. Hukuk devleti, millet adına egemenliği kullanan erklerin, bu gücü yalnızca hukuk çerçevesinde kullanmasını ifade eder.

Devlet organları bu gücü kullanırken amaç olarak insan haysiyetini korumak, temel hak ve hürriyetleri sağlamak ve hukuk güvenliğini sağlamayı belirlemelidir. Anayasada da Cumhuriyetin temel nitelikleri sayılırken vurgu hukuk devletine yapılmıştır. Ceza yargılamasında amaç,  hukukun içinde kalarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır.

Ancak maddi gerçeğe “ne olursa olsun” ulaşmak, bir başka deyişle amaç uğruna her türlü aracı meşru görmek, bir hukuk devleti için kabul edilebilir bir durum değildir. Zira bu, devletin hukuk ve adalet yolundan sapmasına ve bireylerin hak ve hürriyetleri üzerinde devlet tarafından ağır bir baskı oluşturmasına yol açacaktır.

Anayasa’nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilmiş ve 2001 Yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle, adil yargılama, en üst düzeyde teminat altına alınmıştır.

Teminat altına alınmıştır alınmasına ama, uygulamada kazın ayağı hiçte öyle gözükmüyor! Yasallık, meşruiyet, şeffaflık gibi bir gereklilik hiçliğe karıştığı için, hukuku eğip bükme oyunu artık gayet açık ve net oynanabiliyor!  Yeter ki siz isteyin; Suç fiilini oluşturan bir konu hakkında, maddi gerçeğe ulaşmanın önü kesilip; “verdimse ben verdim” deyip, göğsünü gere gere “biz bunlara araziler, arsalar verdik” demek asla yardım ve yataklık değildir! Ama; barış, kardeşlik, insanca bir yaşam talebini dillendirmek pekala yardım ve yataklıktır.

Dolayısıyla, gözaltına alınan öğretmenin, öğrencinin, akademisyenin, gazetecinin duruşmaları sürerken, yargılamaya dışarıdan müdahale edip suç isnadında bulunmak asla suç değildir! Lakin baskıya uğrayan, gazetecilerle dayanışmada bulunmak bal gibi yardım ve yataklık suçlamasına eşittir…

Tarihsel gerçekliği göz ardı edip, bir bahtsız bedeviyle sarmaş-dolaş olup, hadsizin kahraman ecdadımızı hırsızlıkla suçlanmasına muhatap olmak… ardından Yunanistan ziyareti esnasında; işgalci diye suçlanıp, Yunan Savunma Bakanı Panos kammenos’un küstahça “gel de al” meydan okumasının yanıtı; devletin bekası ve devamlılığı adına, kınamayla geçiştirilecek spontane olaylar değildir.

Kaldı ki hem doğudan hem de batıdan ardışık gelen bu salvo atışlarının piyonları bu cüreti, hadsizliği, cesareti nereden ve kimlerden almaktadırlar?.. Ama, siz yine de Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2017 raporunda; “Türkiye, Cin’den sonra hapse atılan gazeteci sayısının en yüksek olduğu Dünyanın Beş Büyük Hapishanesinden biri…”  açıklamasını paylaşmayı hiç yüksünmeden yardım ve yataklık olarak ilan etmekte bir beis görmeyebilirsiniz! Doğaldır ki konuya demokratik teamüller gereği farklı çevrelerden farklı itirazlarda söz konusudur. Örneğin, duyarlı bir dostumuz paylaşımında;

“Devleti ele geçirip, Anayasal düzeni ortadan kaldırmak üzere, 250 yurttaşımızın ölümüne sebep olan fetöcülerin terörist darbesinden sonra; bu darbecilerin devlete sızıp, bir çok organı ele geçirmelerine… bu güçle darbeye yeltenebilmelerine imkan sağlayıp, yataklık edenler yargılanmadığına göre.

“Yardım ve Yataklık diye bir suçun artık kanunlarımızda yeri olmadığını bir yetkilinin açıklamasının zamanı çoktan geçmedi mi? Açıklasınlar da; isteyen Yataklık, isteyen Yorganlık, isteyen de yastıklarını özgür bir şekilde derlesin ve Anayasal “Kandırılma” hakkını kullansın…” diye yakınırken.

Bir diğer itiraz da… Kimselerin bu işte suçu olmadığını, asıl yardım ve yataklık yapanın şiir olduğunu! Mısralarında işaret eden şairimizden geliyor;

“Masallarımız aynı düşlerimiz bir

Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz

Kentin en uzak köşeleri

Hüznün ele verecek seni

Öyle mahzun bakma çocuk

‘Devletin ve Milletin’ bekası zedelenir

Orda aşka yardım ve yataklıktan 

Sabıkalıdır şiir…” (*)

Özgürce  soluklanacağının bir hafta dileklerimle….

(*)- A.Hicri İzgören