Renk, renk otomobillerin sağlı sollu, çift sıra rasgele park ettikleri caddenin… genişliğine karşın ancak bir aracın, o da tek yönlü geçebileceği yol şeridinde!.. Ayaklarını sürtercesine, yavaş, ufak adımlarla, yokuş yukarı yürüyorlardı.

Başında takkesinin yeşili atmış yaşlı bir adam ve önü sıra, ceketinin eteğini çekiştirerek adımlamaya çalışan küçük bir çocuk,

Yaşlı adamın, Bir zamanlar gri renkte olduğu izlenimi veren ve çekiştirilmekten etek kısımları sarkan ceketinin uçunda başında el örgüsü kahverengi bereli oldukça esmer güzel yüzü solgun bir çocuk…

Adam görme engelliydi. Ve de ağıt-dua karışımı yorgun sesin, sahibiydi. Çocuk gelip-geçen insanları, birer birer, umutsuz bir hüzünle süzüyordu…

Dileniyorlardı. Avuç açmadan. Yolda el ele yürüyen Dede-torun misali!.. Yaşama bir yerinden tutunma adına direnen, Milli gelirden paylarına düşenden ve Sosyal bir Hukuk Devletinde yaşıyor olmaktan bi haber! yaşlı bir çınar ve gencecik kırık bir fidan!

Onlara farklı bir caddede yine denk geldim. Artık kanıksadığımız, park etmiş otomobillerin arasından, güçbela sıyrılarak! Kaldırıma vardığımda ve bir otomobil tamponu arasında bir omuz boyu genişlik bulduğumda… Karşı karşıya gelmiştik.

Yana çekilip yol verdim… hayli zaman böyle bir davranışa muhatap olmamış insanların şaşkınlığı içinde oldukları yerde çakılı kaldılar. Başını okşayıp geçmelerine yardımcı olduğum çocuğun gözlerindeki bir anlık ışıltının, bu güne değin benliğime kazınan, en değerli birikimim ve uğruna onca bedel ödenen Neden?  lerin bir türlü ulaşamadığım hazin bir Sonuç’u olduğunu ben nereden bilebilirdim ki?

Ne oldu, nasıl oldu? Belli değil. Ama, olanlar oldu… Çalındı. Artık, ne polis, ne Olağanüstü hal, ne de kriminal  uzmanları sırrına erişemez! Gitti, gider.

Kuşkusuz; Bundan böylede çiçekler açacak, otlar yeşerecek, sular çağlayacak, ak kuzular meleyecek, ay ışığı yeryüzünü ışıyacak, güneş ısıtacak, gök-deniz maviye kesilecek, Kuşlar uçuşacak, çocukların coşkun gülüşü tüm evreni sarmalayacak… Dilekler tutulacak, hasretliler kavuşacak, mutluluklar bulunacak, başarılar kazanılacak, yaratılacak, sevgi baş tacı yapılacak…

Ama, o apansız gelen;

Kişiyi,  tepeden tırnağa tümleyen;

Milyonlarca hücrenin ayrımsız hepsine yayılan;

Yerle gök arasındaki mesafeyi ve dünle bugün arasındaki süreyi, bir çırpıda yok eden;

Kinin, nefretin, kötülüğün her türlüsünü yıkayan;

Sevecenliği, esirgemezliği, özgeci ve sevgiyi yücelten;

İyiliği, güzelliği, arılığı, içtenliği sımsıkı kucaklayıp öpen yaşama sevinci var ya?.. İşte biz onu kaybettik.

O artık yok…

Bir bulunmaz, bir bilinmez yerlere gitti! Gelmeyecek.

Çaldılar yaşama sevincimizi;

Gözümüzün önünde, ellerimizin arasından!..

Tüm bu yaşatılanlara inat, Umut atını özgür ovalara sürmeyi muştulayıp;

“…Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan, nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!

Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.

Yaşamak neymiş, yaşamak… sen o zaman gör bak!” (*) diyerek umut üfleyen sevgili ozana selam olsun….

(*) Vitezslav NEZVAL