Kuşkusuz her ulusun kendine özgü, hüznü sevince, sevinci gönence evireceği özel bayram günleri vardır… ama tarihte,  29 Ekim le somutlaşan destansı bir dirilişin izleklerinden, kan ve barut kokusu içinden süzülerek gelmiş, ulusa emanet bir bayram gününe tarih sayfalarında çok da sık denk gelinmez.

Böylesi şanlı ve direngen bir geçmişi sözcüklerin kısıtlı dünyasında anlatmaya çalışmak gerçekten meşakkatli bir uğraş dostlarım. Hele akıl tutulmasıyla malül!.. bütün zamanların iflah olmaz püsküllü-püskülsüz iz silicilerine! Zordan da öte.

Tarih, kimilerinin “tekerrür”  diye tanımladığı türlü “sınanma” süreçlerini bünyesinde barındırmasıyla da ünlüdür… ve biz, hazıra konmuş olmanın rehavetiyle, anlamını ve değerini kavrayamadığımız tarihe damgasını vurmuş kimi olguları ve olayları, değerince savunmaktan o denli uzak kalmışız ki,  meydanı boş bulan kimi işgal artığı mandacı taifesi TV. ekranlarından, paçavra köşelerinden Cumhuriyete ve Cumhuriyetin kurucu babalarına karşı kin kusma yarışında bir beis görmüyorlar dahi…

Oysa…o çok öykündükleri Payitaht işgale ; Damat Ferit, Kambur İzzet , Anzavur ve nice satılmış eliyle  işgalciye erketecilik yapıp, İzmir, Adana, Antep ve nice adsız yurt toprağı kaderine terk edilmiş… umarsız, sessiz ve sahipsiz bırakılmıştı. Sonra ateş, sonra kan, sonra ihaneti gördük… İhaneti ateşle yakıp aydınlatıp! Tarihte ancak birkaç yüzyılda yaşanabilen bir büyük utkuyu gerçekleştirdik.

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Osmanlının son yarım yüzyıla damgasını vuran teslimiyetçi ve işbirlikçi tutumunun karşısına, her alanda Tam Bağımsızlık talebiyle karşı çıktılar. Siyasette, ekonomide, kültürde Anadolu’nun öz benliğinden yoğrulup gelen bu bağımsızlıkçı ruh ve bu ruhu yaşamları pahasına uygulayan kadrolar… Cumhuriyetin ilk kuşağının emperyalizmi tedirgin eden en belirgin karakterini oluşturmuştur.

29 Ekim’i “ … Türkiye devletinin öteden beri dünyaca bilinen, bilinmesi gereken niteliği, uluslararası belli adıyla adlandırıldı…”  diyerek müjdeleyen Büyük Atatürk’ün ulusuna emanet ettiği bu kutlu günün ardından, bugün bizlere düşen ödev;

-Engin bir yurt sevgisiyle, geleceğimizi müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhit edebilecek iktidar sahiplerine karşı Bugünün dünyasında direniş hatlarını YENİDEN nasıl örebiliriz diye düşünmek olmalıdır;

-Cumhuriyeti geçmiş bir rüya, değerlerini ürkünç birer doğma olarak tarifleyip  izbe inlerinden fetva vermeyi sürdüren madrabazlara!..

-Dünyanın en güçlü ordularına karşı… aç susuz, silahtan arındırılmış ama; tırnağını mermi, çatlamış nasırlı ellerini silah, açlığını göz kapaklarına kilit yaparak Vatan-Namus-Ahde Vefa naraları altında vatan savunmasına koşan Kuvvacıların kemiklerini sızlatan düzenbazlara!..

-Cumhuriyetin ulusa güven  olduğunu; ulusu eğitimle, bilimle, yurttaş olma bilinciyle kendi kaderini belirleme noktasında yüreklendiren yapısal devrimler içerdiğini göremeyen gafillere!..

-Cumhuriyetin olanaklarından yararlanıp, anlık ve dönemsel çıkarlar uğruna bölücü ve hilafet özlemcileriyle kol kola yürüyenlere ve bu özel günün arifesinde TBMM genel kurulundan;  Anayasanın Değiştirilemez, değişmesi dahi teklif edilemez hükmüne karşın Anayasanın ilk dört maddesinin, pekala değiştirilebileceğini üst üste iki kez vurgulayıp meydan okuyan ruhsal ve beyinsel engellilere Cumhuriyet sevdalılarının 94 yılın ardından yeniden seslenişidir;

“Eyyy Cumhuriyete ve Devrimlerine karşı çıkma gafleti içinde olan, unutma ki, Cumhuriyet olmasaydı, şimdi sen de olmazdın, olamazdın” sen ve senin gibilere karşın ”Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bir bütündür.” Ve sonsuza değin var olacaktır.

Ve sen… olup bitenleri tarifsiz bir sessizlik içinde izleyen!

Türk istikbalinin evladı…

“İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret…”  insanlığın asırlardır biriktirdiği aklın ve bilimin ışığında; Cumhuriyeti kuranların asli hedef olarak işaret ettikleri, çağdaş medeniyetin bilgi hazinelerinde ve Cumhuriyet bilincinde mevcuttur.

Yaşasın Cumhuriyet…

Nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa Kutlu Olsun.