Bu ülkede Doğu-Batı tartışması yaşandı, / bu ülkede ilerici-gerici tartışması yaşandı, / bu ülkede eski yeni tartışması yaşandı, bu ülkede sağcı-solcu tartışması, yaşandı. Bunların yanında özünü ve biçimini değiştirmeden yaşanan en uzun soluklu tartışma ise Atatürk ve Cumhuriyettir. Önünü kestiği çıkarcılar, işbirlikçiler, halk ve din sömürücüleri bu savaşı eksiltmeden, tansiyonunu düşürmeden sürdürüyor, işi ayrıştırmaya, düşmanlığa, hakarete, hainliğe varan boyutlara ulaştırıyorlar. Şimdi de tartışmaya renk değiştirip yeniden geleneksellikle aklı-bilimi, çağdaşlığı çatıştırarak toplumu Orta Çağa çekmeye çalışılıyorlar.

Kurulan hükümetler, ya da hükümetleri kuran partilerin liderleri hiçbir zaman Cumhuriyete, Atatürk’e, ilke ve devrimlerine, Anayasaya doğrudan doğruya tavır alıp karşısında durmadılar, açıktan açığa yıpratmaya çalışmadılar(biri hariç). Bu partilerin kimileri, Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını “aşırı” bulur, “yaşayan Türkçe” savıyla karşısına geçer, “Türkçeleşmiş sözcüklerin yenilerinin üretilmesini” istemezlerdi. Ama Osmanlıcaya da “geri gelsin” demezler, böyle bir kavganın içine girmezler, böyle bir rüyayı görmezlerdi; dindar olmalarına karşı Arap örfüne “din” diye geçit vermezlerdi. Arap örfünü, dilini, “özümüz ve kültürümüz” diye yutturmaya kalkmazlardı.

12 Eylül’le Türk toplumunun kimyasını bozdular: İhtilalciler akla, bilime dayalı düşünce ve uygulamalardan vazgeçerek, Atatürk büstleri ve heykelleriyle Atatürkçü olunacağını zannettiler. Atatürk’ün inançlarına, düşüncelerine, ülkülerine ve ilkelerine yer vermediler. “Mirasım akıl ve bilimdir” diyen Atatürk’e ve Cumhuriyet’e rağmen kurdukları “eğitim komisyonu ile” “dindar ve kindar nesiller” yetiştirmekle işe koyuldular. Bu ülkede “en büyük düşman” diye solu tasfiye ettiler; meydanı, sorunların çözümünü, Atatürk’ün kapattığı “tekkelere, tarikatlara, cemaatlere, vakıflara” bıraktılar, onların “inançlarıyla” sorunları çözümsüzlüğe mahkum ettiler, ülkeyi Osmanlı gibi yaşadığı çağın dışına ittiler.

22 Yıllık iktidar 12 Eylül’e karşı gibi görünse de varlık sebebini, felsefesini “dindar ve kindar nesiller yetiştirme” ilkesini iliklerine kadar benimsedi. Özelleştirme ile Cumhuriyetten kalan kazanımları sattılar. Atatürk’ü, ilkelerini, Cumhuriyeti, değerlerini, yok etme ve “değiştirme” bahanesiyle Anayasayı rafa kaldırdılar, toplumu itaat eder duruma getirmek için eğitimi yeniden Arap’a göre biçimlendirdiler.

Yasal düzenleme ve atamalarla kendilerini denetleyecek, hesap soracak hukuki hiçbir kurum ve kuruluş bırakmadılar. Kuvvetler ayrılığını yok ederek “yaptıklarınız yanlıştır” diye yargılayacak hiçbir adli merci koymadılar. Tüm siyasi kararları, yargılamaları “hukuk” elbisesiyle örtmeye kalktılar, yasaları çiğnediler. Adım adım devleti ve toplumu “sosyal mühendislik ve algı operasyonlarıyla” Batı’dan kopararak “Araplaşma ve Arapçalaşma” eşiğine getirdiler.

Artık düşündüklerini, inandıklarını, istediklerini-siyasi zayıflıklarına karşın çekinmeden hayata geçirebiliyor, Osmanlının da Cumhuriyetin de baş belası olan çağdışı tekkeleri, tarikatları, zaviyeleri, cemaatleri, şeyhleri-şıhları-hurafecileri sivil toplum kuruluşları olarak kabul ediyor, yaşananlardan ders almadıkları için devletin başına oturtuyorlar. Onların siyasi görüş ve düşüncelerini kendi görüş ve düşünceleri olarak özümsüyor ve kafalarına göre “eğitimi sil baştan” düzenliyorlar. Hiçbir Üniversitenin, bilim insanının, eğitim kuruluşunun, uzmanın deneyimine gereksinim duymadan müfredatı hazırlıyorlar. Gelişmiş, ileri ulusların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmıyorlar. Devleti ekseninden çıkartarak kurucu olmak istiyorlar. Cumhuriyete ve kurucusuna dair hiçbir değer bırakmadan “eğitimi” yeniden sil baştan yapıyorlar. Tıpkı Anayasayı “istedikleri kıvama getirmek için” birçok kez değiştirmelerine karşı yine de değiştirmek istemeleri gibi… “Kuracakları yeni devletin” altyapısını hazırlıyorlar.

Bugün bayram olarak niteledikleri 15 Temmuzu, elleriyle büyüttükleri FETÖ’ ye karşı “kazandıkları bir zafer olarak kutlarken, “yüzlerce tarikatı ve cemaati” devletin ve müfredatın içine sokuyorlar. Her akşam mücadele ettikleri, tutukladıkları, ya da gözaltına aldıkları FETÖCÜLERDEN söz ederler haber saatlerinde. Öbür tarafta da devleti yağmalattıkları, bakanlıkları paylaştırdıkları dinciler, tarikatlar var. Bunların da FETÖ’ den hiçbir farkları yok. Terörle mücadele ettiklerini söyleyenler daha kaç kez aldatılacak, kandırılacak ve “Rabbim ve halkım beni affetsin” diyecekler? Böyle bir kafaya itibar edilerek hazırlanan müfredat nasıl bir gelecek getirir bu ülkeye ve gençliğe? Ve bu toplum, eğitimini almadığı  “bilimi, teknolojiyi, sanayiyi” nasıl gerçekleştirecek? Tarikatlarda, Kuran kurslarında ve imam-hatip okullarında alınan eğitimle çağdaş bilim-teknoloji-sanayi olur mu?

Özgür düşünceyi, özgür vicdanı, özgür bilgiyi vurgulayan ve bireyin özgürlüğü ile bilgiye ulaşmanın özgürlüğünü anlatan Atatürk’ün, “öğretmenler Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” bilgeliğiyle “çağdaş eğitimin” yolu belirlenmişken, bu yoldan ayrılıp özgürlüğün köleliğe tercih edildiği bir sistem getiriliyor.

Yerlerde sürünen ve her yıl yüz milyarlarca dolar ödeyerek Batılı ülkelerden sağladığı ürünler ve silahlarla güvenliğini-yaşamını sürdürmekten aciz İslam ülkeleri neden gelişmenin, kalkınmanın dışında kaldı dersiniz? Pek çoğu petrol zengini, ama göbeğinden Batıya bağlı. Yarın petrol bittiğinde, petrolün müşterisi kalmadığında-öngörüler fosile dayalı yakıtların en çok elli yıl sonra biteceği yönünde-bu ülkeler bugünden bu kadar zenginlerken neden bilimi, teknolojiyi- sanayiyi tercih etmiyorlar? Her geçen gün petrole dayalı sanayiyi kademeli olarak azaltıyorlar. Batı ülkeleri ürettiklerini vermezlerse İslam ülkelerinin hali nice olacak?

Eğitimi “mucize” olarak görenler ekonomik, sosyal ve kültürel yönden kalkınmayı başaran ülkelerdir. Yeraltı derinliklerinden uzayın sonsuzluklarına ulaşan, araştıran, dünyanın ve evrenin gizlerini çözen ve bizlere aktaran bilim insanlarıdır. Onların bu bilgilerle uğraştığı, haşır-neşir olduğu, yeni atılımları gerçekleştirdiği bir ortamda bizim toplumun hurafelere mahkum edilmesi reva mıdır? 50 Milyon dolara uzaya seyahat ettirdiğimiz insanla “uzay çalışmalarına” katıldığımız yalanını söylüyoruz. Hem de “el alemin kayığı” ile. / Eleştirilere kör ve sağır kalan iktidardan Kurtuluş, Atatürk’e, ilkelerine, Cumhuriyete ve çağdaşlığa inanmaktan geçer.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

TURAN BAHADIR                  [email protected]