Toplumsal yaşamın her alanının kendine özgü kuralları vardır. Kurallara uymayanlar da kendi meşrebince cezalandırılır. Yani kısacası herkes oyunun kuralına uymakla yükümlüdür! Kurallar spor aktivitelerinde de geçerlidir;

Eltopu ve Sutopunda, iki dakika geçici süre oyun dışında bırakılma,

Basketbolda, takımların her periyotta 4 faul hakkı olup, 4 faul hakkını dolduran takım 5.nci faul da 2 atışla cezalandırılır ve 5 faul alan oyuncu, oyun dışı kalır.

Futbolda ise, sarı ve kırmızı kart cezaları salt oyunun akışı içinde kurallara uymayanlara değil, hakemi aldatmaya yönelik davranışlarda da uygulanır…

Kuşkusuz siyasetin de etik kuralları olmalıdır… Bu kurallara uymayanlar gerektiğinde cezalandırılmalı; hal ve davranışları gerektiriyorsa siyasi aktörler de geçici ya da süresiz oyun dışında kalmalıdır.Nasıl ki; sporda bile, fauller ve oyun kuralarının dışına çıkma, spor yapıyoruz gerekçesi ile cezasız kalmıyorsa, siyasette de etik kurallardan ayrılma, herhangi bir gerekçeyle, özelliklede kendine has sorumsuzluk yaftası altında insanların özel hayatına karışıp, hakaret etmek de cezasız kalmamalı.

Bizim “önde gelen”  politikacılarımızı sual edecek olursanız, ne yazık ki onlar etikmiş, kuralmış hiç takmıyorlar! Fauller dışında, kamuoyunu aldatmaya yönelik alışkanlıkları, en azından futboldaki sarı kart cezasını gerektiriyor. Bu konuda kural tanımayanların başında müzminleşmiş Laiklik karşıtı duruşlarıyla tanıdığımız politikacılar geliyor. Kandırma, aldatma, ayartma, kışkırtma, din sömürüsü gibi etik kurallara aykırı her türden davranışı kendilerine hak görüyorlar.

Bu oy devşirme egoları gelişmiş politikacılar! Ne yazıktır ki politika yapmaktan öte,  bilerek ve isteyerek sürekli faulle oynayıp bunu da siyasi bir beceri olarak pazarlamakta bir beis görmüyorlar… İşlerinin yolunda gitmesi adına, kuralları n ayırdında eğitimli-donanımlı insanlardan hiç hoşlanmazlar; bilirler ki halk eğitildikçe, bilgi düzeyi yükseldikçe, irdeleme ve düşünme yetisi geliştikçe, bu uçsuz bucaksız yaylaklarda istedikleri gibi at koşturamayıp, yaşam alanları ve etkileri azalacaktır

Ağa babaları da, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aydınlanmasını istemezler. Körpe beyinler köreldikçe bazı dogmaları yutturmak, küreselleşme ve sözüm ona serbest ekonomisi savunuldukça kişileri iğdiş edip yönlendirmek kolaylaşır.

Türkiye’de yıllara yayılı olarak, Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin kapatılması, paralı eğitim, eğitimin niteliksizleşmesi, öğretmen atamalarında ki tutum, genel bir stratejinin uygulamalarıdır… Kitlelerin aydınlanmasını, gelişmesini önleme stratejisinin eğitim alanına uzantılarıdır. Emperyalist güçler, ne yazık ki, son altmış yılda yerli işbirlikçilerin de katkılarıyla, halkımızın gelişme sürecini durdurma stratejisini, eğitim alanında uygulama olanağına kavuşmuşlar; dayatma, aşılama “telkin” dışında bu erekler için her türlü parasal hibe destek de sunmuşlardır! Bir zamanların “iyi tarikat” kandırmacasıyla onların okullarına sunulan güç ve parasal destek bu açıdan iyi incelenmelidir. Zira aktörler konjonktürel olarak değişse de proje halen geçerliliğini korumaktadır!.

Sözün kısası… Siyasal alanda da hakem, kurallara uymaya zorlamada yetkin güç halk olmalıdır. Kurallara uymayan, faullü oynayan, aldatmaya yönelik davranışlar sergileyen kandırıkçı! Politikacılara halkımız sarı hatta kırmızı kart cezası verebilecek düzeye geldiğinde, sanıyorum sorunlarımızın çözümü için ileri bir adım atabileceğiz.

Halkımız aydınlatılmadığı sürece, sınırlı sayıda ki kurum ve kuruluşun bu kartları kullanmaları çözüm için yeterli olmamaktadır ve olamayacaktır.