Amerikanlığın en karanlık karakteristik prototipi!.. yüreği kendinden de kara!  Condaliezza Rice,in (zamanın ABD Dışişleri Bakanı) haydut tavrıyla yeni bir Ortadoğu’nun kurulmasından söz edip, bunun da ancak “Yaratıcı Kargaşa Teorisi” ile gerçekleşebileceğini ilgililere! tebliğinin hemen ardından koptu kızılca kıyamet!

Kargaşanın payına düşeniyle! Yerinden yurdundan olup, olanakları ölçüsünde dünyanın dört bir yanına kaçıp- dağılmış sığınmacılar ve özellikle milyonlarcasının, ülkemizin doğu ve güney doğu kentlerini kuşatan çadır kentlerde doğan, geçmişi çalınmış, geleceği ipotekli bebeleri…

Onlara nasıl isim bulur ki kara yazgılı analar?

Çamurlu yollardan plastik bidonlarla su taşıyıp bebeği yıkamak, bebek yıkanıp yunulduktan sonra rahatlayıp iki avucu havaya dönük, pembe yüzü ipeksi uykuya dalmışken… onu seyrederek her şeye karşın mutlu olabilmek, bir elinde dün, diğer elinde yarın olmayan analar adına ne hazin şeydir.

“Coğrafya kaderdir.”  Der ve uyarır Ibni Haldun, Ortadoğuluğun kaderi ise idrak gecikmesi!..

Ve daha nice “şeytan taşlamaktan fırsat bulup da!” yazısı yazılmamışlar!

Kayıp silahların faili meçhule yol alıp! Bireysel silahlanmanın gemi azılı aldığı bir toplumda, mahpushanesini içinde taşıyan, güvendiği dostluklara kar yağmış bir yazar olmak var. Kapısı önünde gül sürgünleriyle sabahı karşılayan bülbüllere, inatçı keçilere alışmış. Onları her gördüğünde artık- ne yazık şaşmayan!

Şaşırıp da akıl sağlığına halel gelmesine ramak kalan ne de çok olaya teğet geçiyoruz. Daha geçenlerde TBMM ce düzenlenen “Çanakkale Şehitler Anma Gecesi” etkinliklerinde, gösteriye bir saat kala kadın oyuncuların; Sahnenin önünde değil, sahnenin yanında yer alması yönünde gösteriye yapılan müdahale acaba neyle izah edilebilir?

Daha önce sahneye yerleştirilmiş Atatürk posterlerinin dahi kaldırılmış olduğu iddia edilen… Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu hadsiz ve çağdışı müdahalenin sorumluları kimlerdir?

Oysa hep öznelden nesnele ulaşır sanat…

Öznelliği hor görmeyin aklı evvel sanat severler!..

Yaşadığımız olağanüstü günlere… olağandışı davranışlara, yaşanmışlıklarımıza ve tarihsel sürece tanıklık etmek, tanık bırakmak gerekir;

Sheakespeare’nin sonelerinin tümü hazretin kendi tutkusu, hıncı, şehveti, sevgisi, şiiri harmanlanarak yazıldı. Bir başkasınınkiyle değil. Tanık istedi

Kafka neden hep ulaşılamayanı anlattı sanırsınız? Ulaşamadığı için elbet… Ulaşamayacağı şeylere uzanma nevrozunu ölümsüzleştirmek istedi. Şato’ya ulaşamadı. Amerika’ya da. Tanık istedi.

D.H Lawrence başyapıtı niteliğindeki “Babalar ve Oğullar” da kimin babasını, kimin oğlunu anlatıyordu sanki. Romanın başkahramanı Paul Morel kimdi sizce? Tanık istedi.

Neredeyse her eseri başyapıt sayılan ve Nobel Edebiyat Ödülüyle onurlandırılan John Steinbeck’in “Tatlı Perşembe” si takvimlerdeki her hangi bir Perşembe miydi? Asla!.. Tanık istedi.

Sevgilisine “ Ne olur mektuplarının mürekkebini kurutmak için, fazla mürekkep tozu serpme, dişlerimin arasına kaçıyor” ricasında bulunan, Genç Wherther kimin müntehir aşkıydı? Goethe tanık istedi.

Sonsuz gençlik ve güzellik için ruhunu şeytana satan Dorian  Grey’in yerine, asılı duran ve her geçen gün yaşlanıp, buruşan Portresi… aslında kimin yaşlanma korkusunu anlatıyordu? Oscar Wilde’in değil mi? Tanık istedi.

Ailesindeki kadınların etkisi ve özellikle de annesinin katı otoritesi altında büyüyen Andre Gide’in “Sysphus Efsanesi” nde tiksinerek anlattığı ikiyüzlülük onun değil miydi? Tanık istedi.

Kendini toplumuna adamış ve o kaçınılmaz gün gelip çatınca ”hoşça kal” bile diyemeden elimizden kayıp giden… o güzel insanların, Yavuzların, Şafakların, Osmanların öyküleri var daha tanıklık bekleyen…

Biliyorum örneklemeye devam edersem yazıyı okumaktan yüksünüp vaz geçeceksiniz eyy sabıra tahammülsüz sanal medya kuşağı!..

Farkındayım, çıtır çıtır yanan bir odun sobasının arkasına teklifsizce atılmış yer minderine yayılıp klasikleri okumak yerine, ahkam kesen eleştirmenlerden alıntı yapmayı yeğlersiniz. Seçimini hep kolay ve kendisine dokunmayandan yana kullanan gidinin kestirmeci kuşağı.

Ama olsun, kimi zaman sevgisizliğin tundrasında yürürken sendeler, tökezlenirsiniz. Üstüne düşersiniz bir kızıl karanfilin… Alın hemen o karanfili, iliştirin yüreğiniz üzre. Ertelemeyin…

Güneşli pırıl pırıl bir hafta dileklerimle.