Her şeye rağmen, muhalefete, dış engellemelere, kişisel şikâyet ve eleştirilerimize rağmen bu ülkenin şu anki dünya konjonktüründeki yeri her geçen gün biraz daha sağlam zeminlere oturup, gelecek nesil için daha güzel günlerin sinyalini veriyor.

Türkiye olarak elbette bir sürü konularda  “Geç kaldık” derken esasen bu meseleyi “geç uyandık” şeklinde tanımlarsak, ne demek istediğimi daha iye anlatmış olurum. 

Biliyorum, yazımın girizgâhını okur okumaz bazı muhalif yönlü dostlarımız baştan bana “hıh” çekmiş olabilirler.

Bendeniz bu ülkenin yokluk günlerini, kuyruk günlerini 2. Dünya harbinin akabinde insanların şeker yerine kuru üzüm, patates yerine domuz lahanası hikâyelerini anlatırken lâf’a giremesek te can kulağı ile dinlemiş, hayretlerini kendi içinde seslendirmiş birisi olarak mukayese mantığına sahip bir vatandaş olduğumdan daha sağlıklı eleştiri ve taktir hislerimi derç edip sesimi yükseltebiliyorum.

“Biz bir toplu iğneyi dahi yapamıyoruz” tekerlemesinden ilkokulda iken ihracat kalemlerimizin sadece “kuru incir ve üzüm”den ileri gidemediğimiz günleri de pas geçtim.

Elbette eskileri bugüne taşımak gibi bir niyetim yok.

Fakat fazla değil daha 25-30 yıl öncesinde adam yerine konulmayan bir Türk dış siyaset harekâtından, bugünlerde dış siyaseti bize rağmen şekillendiremeyen bir batı hegemonyasının durumuna şahit oluyoruz. 

Bugün de, bazılarının ne yazık ki “Libya’da ne işimiz var” gibi cılız sataşmalarına rağmen oralarda “bizi hiç kimse yok sayamaz” durumunda bir Türkiye konumunu konuşlandıran ülkemden, Irak, Suriye topraklarında da “Türkiye’ye rağmen buralarda kimse at koşturamaz” diye masaya yumruk atan bir ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum.

Elbette sanayi, teknoloji, komünikasyon ve savunma alanında ortaya konulan orta menzilli roket motorları, havada uçan Türk kuşları, yıllardır hasretini çektiğimiz kişilikli bir dış siyaseti seyrederken şahsıma münhasır kabaran göğsüm beni zor taşımaktadır.

Hemen ortaya atılıp beş paralık, saman, tohum, soğan ve döviz meselelerini düşünmeden sırf lâf ola ve geri perdede olanları araştıracak kadar da zahmete girmeyenlerin itirazları benim için ancak bozuk akortlu kemençe “gıy gıy”ından ileri geçemez. Tekrar ediyorum ben ülkemi hiç kimseye karşı dört başı mamur olarak kakalamaya çalışmıyorum.

Elbette hükümetlerin üretici ile tüketici arasındaki uçurumlardan bi haber ömür geçirmesi kendi hayatlarının sonunu hazırlar.

Mesela, çiftçinin maliyetinden tüketiciye akseden maliyet üreticiyi mağdur ederde hükümet bu arada rençber ve üretici adına tüketiciye aksetmeyecek teşvik, destek ve hibelerin hesabını yapmazsa havada uçurduğu roketin, İHA sının ve SİHA sının seçim sandıklarında hiçbir kıymet-i harbiye ifade etmeyeceğini, vatandaşın buna da kemece havası çekeceğini hatırlatmak isterim. Oy sandığının yekününü vatandaşın cebinden çıkan ile cebine giren sonuçta da cebinde kalan belirler.

Belediyelerin de seçimde oy yekününü vatandaşa verdiği görünen hizmetler, meselâ; “su, yol, temizlik piyasa denetimi var mı yok mu” meselesi önemli faktördür.

Adalet ve emniyet ise diğer etkendir.

Zaman zaman kendi dilimden ve elimden ülkemin zaaf ve noksanlarını eleştiri ve yol gösterici mahiyette yazarken, gözlerimi kapatıp her şeyi karalama hastalığına tutulmadan, partizanlık ve kör siyasetin tamahına kapılmadan, “Benim ülkemde de çok güzel şeyler oluyor” cümlesini elbette gönül rahatlığı ve iftiharla söylemekten, bir nebze olsun geri kalmayacağım.