Şair-yazar, öğretmen, öğretim görevlisi, dergi yönetmeni…
61 yıl öncesinin Trabzon Lisesi’nden bugüne: Ahmet Özer
Türk yazın dünyasının toplumcu şairler, yazarlar kuşağının önemli temsilcisi şair, öykücü, denemeci, köşe yazarı Ahmet Özer’in Trabzon’un Maçka ilçesinde doğduğunu ve bundan 61 yıl önce, 1964’te Trabzon Lisesi’nden mezun olduğunu biliyor muydunuz ?
Peki Yunus Nadi Şiir Ödülü, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü dahil şimdiye değin pek çok ödüle layık görülen, 50 kitabı yayımlanan Özer’in adının, Trabzon’da değil ama Söke’nin Yuvaca köyünde bir sokağa verildiğini.
Ahmet Özer’in, önümüzdeki yıl sanatının 60’ıncı yılı...
Son yayımlanan kitabı “Damara Dokunmak” onun 50’nci kitabı.
Edebiyat yaşamı üzerine tez, “Armağan Kitap” hazırlanan, yaşamı kitaplaştırılan değerli bir edebiyatçıya kendi memleketinde, doğup büyüdüğü Trabzon’daki ilgisizliğin nedeni ne olabilir?
Şiir, öykü, inceleme- deneme, biyografi, söyleşi alanlarında yazdığı onca kitabın elde ele dolaşması bir yana kütüphanelerde, kitabevlerinde okurlarıyla buluşturularak imza günleri düzenlenmesi gerekmez miydi?
Neden Ahmet Özer’in adı, memleketinde bir sokağa, caddeye, bir kütüphane vb. eğitim kurumuna verilmez?
Ahmet Özer, Attila Aşut, Hasan İzzettin Dinamo vb. edebiyatçılara, sanatçılara, kültür insanlarına, aydınlara gerçekten değer veren kentler ve onun insanları olabilse kim bilir nasıl bir yere varırız.
Bizim gibi ülkelerde medyada, okullarda, parklarda, meydanlarda şairlerin yazarların adları ve yapıtları, futbolcu adlarının gölgesinde bırakılmazdı…
Parklarda, meydanlarda büstlerini görebilirdiniz bu kültür ve edebiyat insanlarının.
***
Ahmet Özer ile geçen hafta sonu Ankara’da, evinde söyleştik.
On dokuz yıl öğretim üyeliği yaptığı Bilkent Üniversitesi’ndeki öğrencileriyle ilişkilerinden, Cumhuriyet gazetesindeki yazılarına, kitaplarından “Trabzonluluk” düşüncesine değin bir hayli konuda söyleştik.
Edebiyat yaşamındaki çizgisinden, bu çizgiyi oluşturan tarihsel döneme, dönemin olayları ve önemli kişilerine değin her konudaki sorularımı incelik göstererek yanıtladı.
Bu söyleşimizin bir kısmına burada yer vereceğim.
-Ahmet Özer, kendini edebiyat dünyasında nerede, nasıl konumluyor?
Öncelikle bütün edebiyatçıların yaşamını ve ürettiklerini yakından izlediğimizde, onların yaşadığı dönemle, o dönemde ürettiklerinin hangi noktalarda bağdaştığına, hangi noktalarda ayrıştığına bakmak lazım. Ben de bazen zaman zaman “Şu tarihlerde yaşasaydım acaba kimlerle tanışır, kimlerle konuşur, neleri yazardım, kimlerle röportaj yapardım” diye düşünmüşümdür. Bizim öğrencilik yıllarımız 50'li yıllar, 60'lı yıllardı. İlkokul, ortaokul yıllarımızda Demokrat Parti iktidardaydı. 27 Mayıs olduğunda ortaokul son sınıfta öğrenciydik. 27 Mayıs’ın yanı sıra 12 Mart ve 12 Eylül'ü ülkemizle birlikte yaşayan kişileriz.
27 Mayıs'ın getirdiklerini farklı bir yere koymakta yarar var. Ben yazılarımda da konferanslarımda da bunu vurgulamışımdır. Hatta ölçütü de şöyle belirtmişimdir: “12 Mart’la, 12 Eylül'e yakınlık kuran ve bu darbelere sahip çıkarak durumu şiirinde anlatan, ilerici devrimci bir şair gösterebilir misiniz”.
“Hayır” dediler.
Demek ki bu darbeler toplumun yaşamında önemli bir boşluk yaratmış.
Ama size 27 Mayıs’a sahip çıkan, Nâzım Hikmet'ten Enver Gökçe'ye, Ahmed Arif'ten Behçet Necatigil’e nice şairin yazdığı onlarca şiir gösterebilirim. O dönemin insanları 27 Mayıs hareketinin bir demokratik hareket olduğunu, baskıya ve zulme karşı bir direnişin hareketi olduğunu şiirlerinde anlatmışlardır. Bunların hiçbirisi de ısmarlama yazılmamıştır.
Tarihin belli kesitlerinde yaşananlar doğal olarak gençliği ilgilendiriyordu. 27 Mayıs öncesinde İstanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz'in öldürülmesi, o dönemdeki yoğun üniversite olayları, 68 kuşağının isyanına pencere açmıştır. O dönemin devamında 1961 Anayasası ile getirilen göreceli özgürlük ortamı çok önemli. DİSK, TÖS ve TİP’in kurulması ve eylemleri söz konusu…
Özgürlük konusunda dünyanın birçok önemli yapıtının Türkçeye çevrilmesi de o dönemdedir. Bu da bir ülkenin bağımsızlık ve özgürlük arayışlarına ufuk açması açısından önemliydi.
Ahmet Özer'in asıl “okur-yazar” olmaya başladığı, zihninin şekillendiği, kendini ifade etmeye başladığı yıllar, o yıllar mı?
Tabii o dönemlerde Türkiye'de yer yer sanatın, edebiyatın, sosyal hayatın bugünküyle kıyaslanamayacak ölçüde bir yapı sergilediğini vurgulamak isterim.
Gazeteleri gazeteciler çıkarıyordu Devrimciğim. Gazetenin başyazarlığını da gazetenin sahibi üstleniyordu. Yani sıradan patronlar bu özgün alanı kuşatmış durumda değildi.
Gazetelerin sanat sayfaları vardı, dönemin büyük sanatçılarının bu sayfalarda ürünleri yayımlanırdı. Bu sayfalar, sıradan okuru bile günlük olarak etkilerdi.
Dönemin dergileri arasında özellikle Yön, Ant ve Forum okur kitlesini çok yönlü etkileyen yayın organlarıydı. Bizler de onları okuyarak düşüncelerimize, bilgilerimize pencereler açmışızdır. Bu siyasal kimlikli dergilerin yanı sıra dönemin edebiyat dergilerinin de belirgin bir düzeyinin olduğunu belirtmek isterim.
Doğan Avcıoğlu ve arkadaşlarının çıkardığı Yön dergisi, 1961-1967 arasında büyük ölçüde topluma yön verdiğini söyleyebilirim.
Ve Nâzım Hikmet'in şiirleri de uzun yıllar yasaklandıktan sonra ilk kez Yön dergisinde yayımlanmaya başladı.
Kuvayı Milliye Destanı'nın bazı bölümleri bu derginin sayfalarından okura sunuldu. Kuvayı Milliye’yi anlatmış olmasına karşın şiirler dava konusu olmaktan kurtulamadı. Yön, aynı zamanda bu şiirleri 1965’te Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla da kitaplaştırmıştır.
1971’in 12 Mart’ı büyük bir toplumsal kırılmanın tarihidir. Özellikle gençlik eylemleriyle uyanan büyük bir kitlenin nasıl heba edildiğini içimiz acıyarak yaşamışızdır.
-Trabzon’da nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Efsanevi eğitim kurumu Trabzon Lisesi’ndeki yıllarınızdan en çok neler aklınıza geliyor ?
Ben Maçka ilçesinin eski adıyla Olasa, yeni adı Bahçekaya köyünde doğdum. Doğduğumda babam köyün öğretmeniydi. Daha doğrusu başöğretmeniydi. O zaman başöğretmenlik vardı. Daha önce başka yerlerde görev yapan babamın, o yıl köyümüze atandığını onunla ilgili yazılarımda belirtmiştim.
İlkokulu bitirdikten sonra önümüzde iki seçenek vardı. Ya Maçka'da okuyacaktık ya Trabzon'da. Köyümüz, bu iki yerin ortasında olduğundan aileme kent merkezi daha uygun geldi.
Kente taşındık. Babam bir yıl sonra atandı Trabzon merkeze. Önce Boztepe İlkokulu’nda öğretmenlik yaptı, sonra Kurtuluş İlkokulu’nda. Oradan da emekli oldu.
Hacıkasım Mahallesi’nde oturduk ortaokul yıllarımızda. Yollar taşıt ve insan açısından ıssız. Yoldan 5-10 aracın geçtiği yıllar. Faytonlar da vardı o yıllarda.
Lise öğrenciliğimde bir kitaplık oluşturmuştum 100’e yakın kitabım olmuştu. Babamın da arşivinden bana verdikleri vardı. Ömer Seyfettin’in tüm öykülerini iyi anımsıyorum.Nâzım Hikmet’in 835 Satır’ını. Mahmut Makal'ın Bizim Köy adlı kitabı da o yıllardan beri kitaplığımın bir yerinde durur. O yılların popüler kitaplarından birisiydi. Kaldırımlarda satılan eski kitapları, dergileri inceler, kimilerini satın alırdım.
Trabzon Lisesi’ni 1964'te bitirdim, 61 yıl oldu.
O dönemin Trabzon'unu düşündüğümde farklı bir kent geliyor aklıma. Kent denizle kucaklaşmıştı. Bir kitabımda da belirtmiştim. Trabzon “Denizin öptüğü kent”ti. Denize girerdi binlerce insan. Sahil yolu yoktu. 1965'te yapıldı o yol. Doğal olarak plajların olduğu bir alandı belirttiğim. Ganita’nın olduğu yer, Faroz, hatta Ayasofya'nın sahilleri pırıl pırıldı o dönemde.
Benim de dinleyicilerinden olduğum bir konferansınızda, Trabzon’da çocukluk anılarımızın olduğu mekânların ortadan kalktığını, bunun da bir kent için medeniyetsizlik ölçüsü olduğundan bahsetmiştiniz. Bununla ilgili galiba bu söylediğiniz de.
Bir kentle ilgili anınınız varsa, o anınızın geçtiği mekân hâlâ ayaktaysa kentle olan bir hukukunuz yaşıyor demektir.
“Bu kenti niye seviyorsun?” sorusuna “Şurada çocukluğum geçti.” “Şu, okulumdu.” “Karneyi aldığım gün babamla şu ağacın dibinde fotoğraf çektirdim…” diyebilmelisiniz. Bu da kentle olan bağlılığınızı, sevginizi pekiştirir.
Yabancı ülkelerde dede, baba ve oğulun aynı mekânda fotoğraf çektirdiği yerler vardır.
Sizin, babanızın ve dedenizin gençlik fotoğraflarının olduğu mekânda bugün bir fotoğraf çektirmeniz mümkün değil.
Kentle olan anılar yitince doğal olarak kente olan mesafeniz de uzuyor. O nedenle o kenti herhangi biri yıkarken, tarihi eserini yağmalarken, içini boşaltırken, duygusuz oluyorsunuz. Çünkü kentle hiçbir hukukunuz kalmamıştır. Yıllardır eski Sümer Sineması’nın fotoğrafları yayımlanır sosyal medyada. Çok kişi o güzelim binayı yıkanları kınadıkça kınar. Oysa o yapı bugün var olsaydı kente büyük anlam katardı. Onun gibi eski oteller, fotoğraf stüdyoları, kitabevleri, halkevi binası da durabilmeliydi o tarihi kimlikleriyle.
Gençlik yıllarınızda kitaplara ilginizi ve edebiyat heveslisi olma serüveninizi açıkladınız. Peki Bilkent Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak yıllarca ders verirken oradaki üniversite gençliğini, kendi gençliğinizle kıyasladınız mı hiç ? Neler düşündünüz ?
Trabzon’dan Ankara’ya geldiğimde10 kitabım yayımlanmıştı. Bir süre Mamak’ta Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okulda öğretmenlik yaptım.
1996’da Bilkent Üniversitesi'nde göreve başladım. Orada arkadaşlarla ve öğrencilerimizle Dört Mevsim adıyla bir dergi çıkardık. 14 sayılık bir ömrü oldu. Bizler yazdık, öğrencilerimiz yazdı, yazın dünyasının değerlerinin ürünlerine yer verdik.
Necmettin Erbakan-Tansu Çiller hükümeti iktidardaydı. İlginçtir ki siyasi iktidarın laikliğe aykırı uygulamaları, Cumhuriyete karşı tavırları nedeniyle cübbelerimizi giyerek üniversite hocaları olarak Anıtkabir'e yürüdük. O günkü Türkiye'yi düşünebiliyor musunuz?
O dönemde, üniversitesindeki Türk dili programlarını dönemin hocaları olarak bizler hazırlıyorduk. Türk edebiyatının yanı sıra, dünya edebiyatının önemli yazar ve şairlerini öğrencilerimizle değerlendiriyorduk. Öğrencilerimiz, Victor Hugo'dan Shakespeare'e, Albert Camus’dan Goethe’ye, Stendhal’dan Hemingway’e, Steinbeck’ten Dostoyevski’ye nice yazar ve şairin yapıtlarıyla çok yönlü tanışmışlardır. Bizden Yaşar Kemal’i, Sabahattin Ali’yi, Nâzım Hikmet’i, Yusuf Atılgan’ı, Sevgi Soysal’ı, Füruzan’ı…yeniden okuma olanağı bulmuşlardır.
Hatta öğrencilerimiz bu yoğunluktan şikâyet ederlerdi. Ancak hangi eğitimi görürseniz görün, onunla atbaşı giden bir edebiyat-sanat rüzgârının sizi beslediği bir gerçek. O dönemin öğrencileri ayırdına varmadan ışıklı ufuklara yolculuk yapmışlardır. Ne diyeyim o günkü öğrencilerimize selam olsun. Bankacılık, Uluslararası İlişkiler, Hukuk, İktisat, İşletme bölümü öğrencileri kendilerini ifade edebilen anadillerini geliştirirken Çankaya’yı da Zeytindağı’nı da Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı da yeniden okudular
Dilimizin dünden bugüne, bin yıllık serüvenini önemli yapıtlar ekseninde de ele almışızdır. 1932'de Atatürk'ün öncülüğünde kurulan Türk Dil Kurumu'nun sözlükleriyle, yazım kılavuzlarıyla, Türk Dili dergisiyle sunduğu kazanımları ele almışızdır. Öğrencilerimizin her hafta verilen bir konferansla ilgili izlenimlerini notla değerlendirdiğimizi de belirtmek isterim.
Ahmet Özer'i ne mutlu eder? Ahmet Özer şu anda mutlu mu?
Mutluluk ve mutsuzluk çok göreceli kavramlar. Güzel bir dolma kalem armağan eder birisi size, o gün mutlu olursunuz. Sınav kazanırsınız, yeni bir ülke görürsünüz mutlu olursunuz. Ama biz, yani 68 Kuşağı olarak bu dünyada tuttuğumuz bir yerin olduğunu vurgulamak isterim. Hem ülkemizde hem dünyada. Bizim mutluluğumuzun evrensel boyutlarda olduğunu, ulusaldan evrensele uzandığını söylemek isterim.
Bu kuşak güzel bir ülkede yaşamak umudunu taşıdı hep.
Bakın dünya üzerinde iki çelişki hiç bitmez. Biri emek sermaye çelişkisidir. Yani dünyada on bin yıl, yüz bin yıl, milyar yıl da geçse emek sermaye çelişkisi bitmez.
İkincisi de mazlum ülkelerle, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkidir. “Bunları biz gelecek sene kaldırırsak mutlu olur musunuz ?” denilirse, olurum derim.
Ama bu sona erdirilecek bir konu değil. Bu alanda ne denli başarılı olabilmemiz de bize düşen görevler arasındadır.
Edebiyat dünyası için söyleyeceğim şu: Şöhret peşinde koşarsanız, kendinizi yetiştiremezsiniz. Okumak, öğrenmek, araştırmak, dinlemek, biriktirmek gerekiyor. Bu sizi iyi, güzel yapıtlara hazırlar.
Yani donanımlı olmak çok önemli. Nasıl ki bir okulu bitiriyorsun, bir diploma alıyorsun, o okulda öğrendiklerini hayata uygulamaya çalışıyorsun… Bu anlamda da edebiyat dünyasında öğrendiklerini hayatla deneyerek yol almalısın.
Amaç, kimsenin yazdığına benzemeyen bir şeyi yazabilmek, özgün olanı bulup çıkarabilmektir.
-Bireysel ve toplumsal sorumluluk sizin için ne ifade eder.
Özetle ben çoğu yazımda, şiirimde, araştırmamada “Omuz başımdan Şükran Kurdakul, Gülten Akın, Hasan Hüseyin, Fakir Baykurt, Hasan izzettin Dinamo bakarsa, bana ne der” diye düşünürüm. Onların sesini duyarım. Onlardan bana kalan sorumluluğu taşırım.
Bu, yakaladığım çizginin tarihe ve topluma karşı olan sorumlulukla taşındığı bir kimlik, kişilik durumudur.
Bu bizim varlığımızın bu toplumdaki yerinin de bir fotoğrafıdır.
-Hocam verdiğiniz yanıtlar için içten teşekkür ederim.
Çalışkan, üretken, yorulmayan hep iyi işler ardında koşan bir genç olarak ben sana teşekkür ederim. Başarıların beni sevindirecektir.