Siyaset kurumu kendisine yüklenen anlam ve misyon itibariyle, yaşadığımız topraklarda Hayatın olağan akışına denk gelemiyor olsa da, “siyaset konuşmak” yine de başat vazgeçilmezimiz bizim.

Tıpkı futbol tutkumuz gibi… Dar alanda kısa ve seri pasların, hangi sonuca katkı yaptığına bakılmaksızın fazlasıyla ilgi çekmesi gibi!

Çoğu aldatma üzerinden kurgulu, bu suni hareketliliğin sağladığı görece tatmin, başta erk sahipleri olmak üzere tüm siyasi aktörleri durumu idare etmek noktasında rahatlatıyor olsa da, sonuçları itibariyle hepimizin freni patlamış bir kamyona doluşmuş, yokuş aşağı yuvarlanıp gidişimizi engellemiyor!

Avazı çıktığı kadar “yığarım şimdi buraya 200 tane jandarma” diye bas bas bağırıp, ardından sanki kendi özel güvenliğini göreve çağırır gibi, doğasına, geleceğine sahip çıkan halkı askerle tehdit eden densiz! Sizce kim ya da kimler tarafından özendirilmektedir?

Fakrü zaruret içinde “bir dilim kuru ekmeğe” muhtaç hale düşürülen yurttaşlarımızın bu içler acısı durumunu,  işgal ettiği meclis sıralarından sıkılmadan “o zaman aç değiller” diyerek yeterli gören vicdan yoksunu kimin vekilidir?

TBMM Genel Kurulundaki bütçe oylamalarında, muhalefetin sorularını;

Biz “Size hesap vermek için değil, had bildirmek için bu kürsüye çıktık” diye yanıtlayan Başkanlık Kabinesinin bu uç tahammülsüzlüğü, ve ardından, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun tartışmalara tüy diken “Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz” tehdidi, 97 yıllık Cumhuriyet geleneğini derinden incitmiyor mu?

Nihayetinde, illiyet bağı uzmanı! Zehra Zümrüt Selçuk’un, “Yolsuzluk artık Türkiye’nin gündeminden kalktı” veciz açıklaması yüreğimize bir nebze su serpmiş olsa da!

Hemen ardından, İBB de ortaya çıkartılan ve Ulaştırma Bakanı dahil 23 kişinin isminin karıştığı 15 milyon liralık usulsüzlük haberlerine “saygınlığı zedeleniyor” denilerek jet hızıyla erişim engelinin getirilmesi, sanırım saygınlığı zedelenenler katında hayra alamet olarak algılanmayacaktır!

Yönetim erkinin sadece bir haftalık eylem ve etkinliklerinden derlediğim yukarıdaki seçki; bu siyasi kavrayış biçiminin, yapıp-ettikleriyle hem toplumu yorup gerdiği, hem de aslında kendini tükettiğini açıkça ilan ediyor. Kendilerini her şeyin merkezine taşıyıp, kendilerine devlet gücü atfedenler, devleti kendisinde toplayanlar, devleti kendisiyle tanımlayanlar fiilen devletin geleceğiyle oynuyorlar.

Tek ölçütün “Bedeli ne olursa olsun” seçim kazanmak olduğu ve bu uğurda rakiplere her türden hakaretin meşru sayılıp itibarsızlaştırıldığı bu süreç ve bu sürecin yarattığı toplumsal gerginlik ortamı, resmen her şeye ve herkese yazık ediyor. Adaletsiz, eşitsiz, hukuksuz, yurttaşına kuru ekmek öneren bir düzen ülkeyi cendereye sokuyor.

Peki, bu kaygan zeminin dışında yeni bir yol inşa etmeye uygun bir eğilimin varlığından bahsedilebilir mi?  Ya da Toplum böyle bir arayışın neresindedir?

Oydaşlık kararını oluşturan temel gerekçeler ve mevcut siyasi tabloya dair görüş ve kanaatlerin kamuoyuyla paylaşılmama alışkanlığı, siyaset alanının ve siyaset gündeminin diyaloğdan uzak, antidemokratik uygulamalar üzerine temellenmesi; Oy oranlarını etkileyebilecek güçlü bir ilkesel birlikteliği beslemediği gibi, demokrasinin evrensel ilkelerinden ilmik ilmik kopartılan ödünler ve partiler arasındaki bitmez tükenmez gerginlikler. Seçmen tabanında hayal kırıklığına neden olup, sandıktan uzaklaşmalara neden oluyor.

İktidar elitlerinin kimlik hatları şeklinde parsellenmiş siyasi alanda ısrar ve memnuniyetinin, toplumsal kesimlere açıldıkça giderek azaldığı, memnuniyetsizlik ve tepkilere dönüştüğü ortada. Buna rağmen seçmen tercihinde iktidar değişimine yol açabilecek büyüklükte bir dönüşüme yol açamamış olmasının parlamento içi muhalefet tarafından “sorun” edilmeyip, ürkekçe “bekle-gör” kolaycılığının yeğlenmesi açmazlardan sadece birisi.

Oysa, siyasetin parti elitleri arasında seyirlik bir düello olmaktan çıkarılması; bütçenin bağıtlandığı bu günlerde “normal” diye sokuşturulan! sınıfsal tercihlerin, devlet adına konuşanların, yazanların, kibri, iş bilmezlikleri, devletin vatandaşın yanında konumlanmak yerine yükü vatandaşa yıktığını, ama patronları koruduğunu gizlenemez bir şekilde gösteriyor ve aslında bu durum muhalefete bir alan açıyor. Tüm bunlar ortada iken, derlenip toparlanmak yerine ittifaklar peşinde zaman harcamak aymazlık olsa gerek

Kuşkusuz ki bu yazıda hedeflenen; Demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin varlığı olmayıp, buralara demokrasiyi katletmek adına yerleştirilmiş rövanşist oligarşik yapılardır… “İnsanlar arasında değil, gölgeler arasında yaşıyoruz” diyor ya Camus. Bizde insanları anlatamadığımız yerde, gerçeği soyamadığımız anda gölgeleri tarif etmeye çalıştık!

Gölgeler kimi zaman esasın kendisi, kimi zaman suretiydi. Okuyucuya kağıtla akıl arasında bir yol bıraktık.(*)

Siyaset kurumunun; eşit, özgür, çağcıl, bütüncül bir anlayışla yeniden demokrasiyle buluşması umuduyla, apaydınlık bir hafta diliyorum…

(*) –CEN-DE-RE