Sevmek aynı gökyüzüne inanmaktır diyorlar.

İnsan bu, sevgi semasının altında bazen uçurumdan atlamayı da sevebilir. Ne yani uçurtmayı sevmek, yere çakılacağı ihtimalini bile bile onu rüzgâra teslim etmek değil midir?

Sevgi mutlu olmak için mi yoksa mutlu etmek için mi tercih edilir?

Sevmenin biçimi dediğimiz tam da bu soruya cevap arar.

Çünkü bir denklemi iki bilinmeyenli kabul edersek düşmek ve uçmak birbirini tamamlayandır.

İnsan sevilmeyi ve sevmeyi kendindeki eksiği tam yapabilmek için seçer.

Turgut Uyar’ın da dediği gibi: “Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım.”

Aynı gökyüzüne bakan milyarlarca insan içerisinde birbirini aynı biçimde sevebilmek demek aynı eksiği tam yapabilmek demektir.

Masallar, kahramanlar sevginin farklı olamadığını anlatadursun. Dervişler, ozanlar, abdallar atışsın, çalsın, söyleyedursun. Sevgi kelimesinin anlamca karşılığı sevmek ve bağlılık duymaktır.

O anlam içindeki bağlılık biçimsel olarak farklılığın doğuşunu sağlar. Bağlılık ve bağımlılık birbirine o kadar yakın kelimedir ki bazen harmanlanır.

Ortaya bir biçimsel farklılık çıkar.

Birbirini aynı biçimde sevmek bir bağ karmaşasıdır. Franz Kafka’nın Milena’ya olan bağımlılığı hepimiz için bir denk düşebilme çabasıdır.

Uçurumdan düşen birinin uçabilirim hayalini kendine inandırma arzusudur. Bana kalırsa aynı sevme biçiminin birbirine denk düşme olasılığı o uçurumdan düşerken kime tutunduğumuz kadar olasılık içerir.