“Değişim-dönüşümün” katlanılamaz “uçukluğu” bizim kuşağı ve özellikle daha eskileri derinden sarsmaya bir süre daha devam edeceğe benzer görünüyor. İlkesel tutum ve düşünsel kararlılığın yerlerde süründüğü, bana göre bir geçiş, ama uzun süren bir geçiş döneminden… Doksanlı yıllarda bir “esinti” ile başlayan, kısa zamanda “rüzgâra” ve iki binlerde “fırtınaya” varan hızıyla “değişim” / “dönüşüm” furyasının yaşama egemenliğinden söz etmek istiyorum. Siyasi partileri ve “ideolojik” kümelenmelerin tamamına yakınını derinden etkileyen bir dönem olgusu.

Daha önceki yazılarımda sıklıkla dile getirmeye çalıştığım her “yeni”, her “değişim”, toplumcu, ileri ve devrimci bir hamle mi sorunsalı yine güncel. Bu tarihsel saptama, kuşkusuz benim değil. Toplum bilimcilerin yüzyıllara varan uyarısı aslında. Doğanın, toplumsal adalet-eşitlik savaşımının diyalektik yasası. Bu yasaya bağlı olarak insanoğlu, beyin ve yürek etkinliğini, toplumsal ütopyasına uygun biçimleme savaşımını sürdürmek varlığının olmazsa olmazı olarak görmüştür. Ancak sosyal savaşımın bir etkileşim olduğu gerçekliği çok nesnel bir olgudur da. Yine bu etkileşimin ilgili güçlerle ve bu güçlerin olanaklarıyla orantılı olduğu, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik yapıların da önemli bir belirleyici etken olduğu, ayrıca pek de nesnel bir etkileşim olmadığı/olamayacağı unutulmamalı.

Sosyolojik devingenlik içerisinde bu akış ülkemizde oldukça çarpıcı ve ürkütücü bir duruma evrilmekte. Giriş tümcemde betimlediğim kuşak, sorunsalı can yakıcı biçimde duyumsamakta, yaşamakta. Yaşanmışlıklarının yok sayılmasına sessiz kalamayacak büyük çoğunluk, daha etken olamamanın sancısını çekiyor. Söylenegelen bir kuşak çatışması değil bu durum. Ya da dillerden düşürülmeyen “X”, “Y”, “Z” ayrışması/anlaşmazlığı hiç değil…

Deneyim ve gözlemleriyle, birikimleriyle yaşama, özellikle sosyal ve siyasal yaşama “müdahil” olma çabası giderek azalmakta bu kuşağın. Etkisiz bırakma çabasının yanında geniş bir at gözlüğü ile bakan, “yanlışsın”, “boşsun”, “kuşağı tükenen kelaynaksın” bakışı/önyargısı, vefasızlığın ve değer bilmezliğin yanında kimi zaman çileye, düşünsel işkenceye varmakta. Bu siyasal durumun duygusal, insancıl ve vefa ’ya ilişkin yanını, “nostaljik” yönünü başka bir değerlendirme yazısına bırakarak, siyasal konumlanış/saflaşma ve güncel duruma öncelik vermekten yanayım.

Kırklı, ellili, altmışlı doğumluların çokça karşılaştığı bu ötekileştirici, yok sayıcı tavır, siyasi oligarşiyi giderek sarmakta. –“Siyasi Oligarşi” tanımlayışını özellikle kullanıyorum. Günümüz siyasal egemenlerinin dayattığı, gerçek toplumcu/toplumsal ülkü ve savların/ideolojilerin yok sayıldığı ya da sisteme entegre oluşlarına göre muhatap alındığı, sınıfsal konumlanışı içine sindiremeyen, “hukuku” kendi varlığı için biçimleyen… bir sistemin adı çünkü. - Birçok dernek ve demokratik kitle örgütünde de “sivil toplumcu” ukalalığı ile adım adım yükselen bir “değer” olma yolunda. Bu “değişim”, “dönüşüm” budalalığı kendisine “yeni” ve “çağdaş” görünüm vererek “eski” gördüğü/saydığı değerler bütününü “elemeye”, sönümlendirmeye yönelmekte.

Siyasi anlamda daha önce “ideolojilerin sonu/bittiği” savıyla, oldukça eski olan bir ideolojiyi- Liberalizm ve türevlerini- allayıp-pullayarak, ısıtarak karşımıza çıkaran küreselci sömürü ağı ve işbirlikçileri giderek kültürel değerleri, toplumsal dokuyu, siyasal ve bütünüyle yaşamı hedef almaya başladı. Bu kaygan siyasal düzlemde ilke ve izlenceleriyle varlığını sürdürmek, ideolojik ütopyasını savsaklamayan anlayış; yani Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı, Devrimci, sol ve sosyalist yapı ve partiler, Atatürkçüler büyük bir saldırı altındalar. Kuşkusuz saldırı siyasal ve ideolojik bir saldırı ve şimdilik(!) düşünsel linçe dönük. Aslında sistem içine çekilemeyen gerçek toplumcu anlayış ve temsilcilerinin etkinlik ve yaşam alanlarının daraltılarak toplum nezdinde/gözünde yok sayılma çabasının son örnekleri çabaları denilebilir.

Siyasi terminolojiyle kullanılan terimleri pek yeğlemiyorum ancak somut anlaşılırlık yönüyle, yanlış anlaşılmama kaygısı ile kimi çevrelere o dilden söz etmek sığ bir ideolojik katılık olmasa gerek diye düşünüyorum. Bu bağlamda kırk yıllık, elli yıllık kimi değişik siyasi gelenek ve yapılardan gelen dostlarımla karşılaştığımda/söyleştiğimde “değişim sürecini” oldukça farklı gördüklerini/yaşadıklarını biraz da şaşkınlıkla gözlüyorum. Önceden savundukları birçok düşünce ve siyasi savların dönemsel ve biraz da gençliğe özgü olduğunu utana-sıkıla da olsa dolaylı bir anlatımla belirtmekteler. Buradan hareketle “yeni” bir bakışla bakmanın, siyasi örgütlenmenin yeni görünüm/versiyon ve dolayısıyla adresinin değişmesi gerektiğini savladıklarını saptamak, yanlış olmayacaktır.

Haksız çözümlemeye düşmemeye özen göstererek bugün “güçlü” siyasal yapılanmalarda, partilerde bulunan, ancak sırası gelince ilgili partinin/partilerin savlarını/ideolojilerini beğenmeyip ayrıştıklarını orada-burada dillendiren “durum kurtarıcılarını”, “yol kaçkınlarını” tanımak ve bilmeyenlere tanıtmak/teşhir etmek önemli bir görev sayılmalı. Yine, siyasi bulanıklığı yok etmek, aydınlık bir yol haritası çizmek, sorumlu yürek ve beyinlerin görevidir diye anımsatmak bir başka ve önemli görev diye düşünüyorum! - Yarınlar güzel olacak-