Bir tarih dizileri modasıdır gidiyor. Herkes kendi anlayışına göre dizi yapıyor, tarihi şahsiyetleri canlandırıyor.

Ne kadar doğru ne kadar yanlış, o konu, dizinin bilimsel danışman kurullarına bırakılıyor.

Ancak bu tarihi şahsiyetler de bir insan ve onların da bir kişilik hak ve hukuku var.

Bunu kimse hatırlamak istemiyor. Biraz daha ileri gidelim, dini hassasiyetleri olanlar için ‘kul hakları’ var.

Hz Ömer’e atfedilen bir söz vardır: “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa kuzuyu, gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu.” Aslında tam da Hz Ömer adaletini yansıtacak bir söz.

Yönetici rolünü üstlenen herkesin kulağına küpe etmesi gereken bir söz ve ilke edinilmesi gereken bir düstur.

Bir kuzuyu koruyamamanın bir insanda vereceği üzüntü, kul hakkına girme ihtimallerinde de olmalı inanmış kişide. Bu anlamı ile tarihi şahsiyetleri tanıtırken kul hakkını unutmamalıyız.

Onları olmadıkları şekilde tanıtmak büyük bir hak ihlalidir.

Bazı televizyon dizilerindeki bu hak ihlallerini gördüğümüzden bu uyarıyı yaparak asıl konumuza yani Sultan Alaaddin’in hayatına gireceğiz.

Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih diyen Mehmet Akif Ersoy gibi elbette ibret ve ders almak için konuşacağız tarihi.

Bir kahramanlık öyküsüdür Sultan Alaaddin...

Yılmaz vazgeçmez bir mücadeleci, Hz Ömer adaleti timsali bir insan, imaretler yapan bir mimar, alimlerin meclisinde oturmuş bir astronom, ticareti kendi ülkesine kaydırmış güvenli kılmış bir hükümdar ve Türkmenlerin dilinde Uluğ Hakan, Türk milletinin gönlüne yerleşmiş bir sultandır. Hayatında 2 kere esaret dönemi olmuştur.

İlki 15 yaşında İznik imparatorunun yanında ikincisi ağabeyi tarafından kapatıldığı Malatya Minşart ve Kezipert kalelerinde olmuştur.

İkinci esareti 8 yıl sürmüştür. Hayatından dahi ümidin kesildiği bu ikinci esaretinden, Hz. Yusuf’un önce kuyudan sonra hapisten çıkıp sultan olduğu gibi o da sultan olmuştur.

Bu dönemlerinde hiç yılmamış, kararlılığından hiçbir şey kaybetmemiş, Allah’tan ümidini hiç kesmemiştir.

1220 yılında da, 30 yaşına geldiğinde sultanlık tacını giymiştir. Vefat ettiği 1237 yılında ise 40 yaşında idi. 17 yıllık hükümdarlığı boyunca, Konya şifahanesini devren en büyük hastanesi olarak o çağa kazandırmıştır.

Dönemin en iyi hekimlerinin yetişmesini sağladığı, sağlık merkezinde, Ertuğrul Gazi gibi pek çok liderlerin yanı sıra Müslüman gayrimüslim tüm halk da şifa bulmuştur.

Sultan Alaaddin, kendisi de bir astronomi alimi ve mimar idi.

Devrinde Ahi Evren, Mevlana Celaleddini Rumi, Sadreddin Konevi, Necmeddin Daye gibi alimler yetişmiştir.

İlim adamlarını ve ilim meclislerini çok severdi. Onun döneminde oluşan bu barış ve ilim ikliminde pek çok bilimsel çalışma, eser ve ilim adamı yetişmiştir.

Beyşehir Kubadabad sarayının mimari çizimlerinde Sadettin Köpek ile birlikte bizzat çalışmıştır. Adını verdiği Alanya’da ise Kızıl Kule onun döneminin bir şaheseridir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabesinde gençlerimize seslendiği gibi “muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur” dediği asil kan işte Alaaddin Keykubat’ın asil kanıdır. Melik Şahın, Ertuğrul Gazi’nin, Osman Beyin, Fatih Sultan Mehmet’in asil kanıdır.

İşte Türk gençliği Alaaddin Keykubat gibi yılmayacak, düştüğü yerde Allah’tan ümidini kesmeyecek, çalışmaya mücadeleye devam edecek.

Atalarımızdaki bu misyonu bu azmi gençliğimiz devam ettirecek.