Bir zamanlar hemen herkesin en büyük hayaliydi İstanbul’da yaşamak.

Ya şimdi?

Şimdi çok şey değişti.

Şimdi; İstanbul’un sessiz sakinleri bir an önce İstanbul’dan kurtulmak gerek, algısı içerisinde debelenip duruyor. 

Bu algının mimarları; uzun zamandan beri, İstanbul’un artık yaşanılır bir kent olmaktan çıktığını ve geri dönüş zamanının geldiği fikrini işliyorlar.

İstanbul’un çilesini çekenler bu fikrin içerisinde yoğrula dursun, geri dönüşler özendirilmeye başlandı bile.

Burada üzerinde kafa yormamız gereken iki önemli soru var.

*Bu düşünce değişimi doğal bir sürecin sonucu mu?

*Geri dönüşler başladığında ki başladığını duyuyoruz; nüfus azalıp İstanbul rahatlayacak mı, yoksa boşalan alanları başkaları mı dolduracak?

***

Birinci soruyu, İstanbul’un albenisi azaldı mı diye de sorabiliriz?

Gerçek cevap şu ki, birileri halkımızın İstanbul’a olan ilgisini azaltmaya çalışıyor.

O halde İstanbul’a olan ilginin azaltılmaya çalışılması gerçekten İstanbul’u korumaya dönük bir proje midir?

*İstanbul’un taşında toprağında altın kalmadı, altın arayanlar taşraya…

Biz İstanbul’un kalanını koruyacağız!

*İşte Anadolu’da yeni çekim merkezleri oluşturuldu bırakın artık İstanbul’un yakasını…

*İstanbul doldu, taşıyor, yapacak bir şey yok tutunamayanlar gidecek, ya da…

*İstanbul’u İstanbul gibi olanlar yaşayacak…

Gibi savlarla mı ilgilidir?

Aslında cevabı herkes biliyor.

Herkes biliyor ki İstanbul, yine İstanbul’dur.

Her tarafı delik deşik edilmesine rağmen İstanbul’dur.

Yaşadığı talan uluslararası yağmacıları bile hayrete düşürecek boyutta olmasına rağmen O yine İstanbul’dur.

***

Evet ortada açıkça duran, İstanbul’un yaşanabilir kent olmaktan çıkmış olması gerçeğidir. 

Son tahlilde İstanbul halkının büyük çoğunluğu, İstanbul’u yaşamıyor sadece ayakta kalmaya gayret ediyor.

Bireyselleşmenin ölümcül yalnızlığına ve kapital çarklarının acımasızlığına teslim olan kent, yalpalayanları ezip geçiyor.

İnsanca yaşamanın neredeyse imkansız, “İstanbul’u yaşamanın” ise hayal olduğu bu kent, sessiz mağdurlarını yola koymak üzere.

Sesiz mağdurlar geri dönüş yaparlarsa İstanbul rahatlar mı?

Asıl gündeme getirilmesi ve cesurca tartışılması gereken konu budur.

***

Lafı hiç evirip çevirmeye gerek yok, geri dönüşler varsa veya olacaksa asla İstanbul’u rahatlatmayacaktır. 

Bu türden bir hareketlilik kentin yüzünü ve kentin gerçek sahiplerinin ruhunu güldürmeyecektir. Zira geri dönenler ya da dönecek olanlar; yorgun, mutsuz ve çilekeş Anadolu insanı olacaktır. Yani yine garibana yol gözükecektir.

Bu dönüşlerin oluşturacağı sorunlar şüphesiz ki çok büyük olacaktır. Doğrusu bu konu toplumsal, ekonomik ve kültürel olası sonuçlarıyla Anadolu’yu derinden etkileyecektir. 

Bu konuyu başka bir yazımda ele almayı planlıyorum.

***

Asıl konu geri dönüşleri etkileyen sebeplerden biri olan düzensiz göçmen hareketliliğinin İstanbul’da yarattığı travmadır.

Bazı çevreler bu sığınmacı yönelişini İstanbul’a yönelik yeni istila hareketi olarak görüyor. 

Nefes almakta zaten zorlanan bu kutlu kent son yıllarda ağır bir tehditle karşı karşıya kaldı.

Niteliğini bile henüz tam olarak tanımlayamadığımız bu hareket, İstanbul’un üzerine çullanmış durumda.

Sığınmacı, göçmen, muhacir, mülteci, düzensiz göçmen ve benzeri gibi tanımlamalar…

Adına her ne denirse densin bu hareket İstanbul’un yedi tepesinden meydan okuma naraları atmaktadır artık. Hareketliliğin sarsıcı boyutları İstanbul semalarını kaplamaya devam ediyor. 

Sığınmacılığın masum yüzü; yerini, gözü kara bir yüze terk etmiştir. Başta İstanbul olmak üzere, ülkemizin birçok yerinde kültürel ve fiziki meydan okuma, ne yazık ki ölçüsüzce devam ediyor.

İstanbul’un en köklü semtleri bile; bu düzensizliğin düzenine terkedilmiş durumda. Bazı mahallelerde Türklerin kendilerini yabancı gibi hissetmeye başlaması; ne yazık ki bir İstanbul gerçeği olmuştur.

Büyülü kentimiz göz göre göre ruhsal ve fiziki çöküntüye sürükleniyor. Kültürel, ekonomik ve fiziki nefes alanlarımız hızla daraltılıyor. Bu hukuksuz, haksız ve vicdansız işgal; sessiz mağdurlara, siz artık İstanbul’da yaşayamazsınız anlayışını yerleştiriliyor.

İşte beklenen tam da bu zaten! 

Bu şehrin sahipleri, sessizce ellerini eteklerini çeksinler bu şehirden.

***

Kiralarla, mutfak masraflarıyla, kültürel ve fiziki baskılarla başa çıkamayan yurdumun insanına yol verilirken, başkalarına yeni kapılar mı açılıyor acaba?

İstanbul’un tarihi semtlerinde; ticaretiyle, mülkiyetiyle, işçileriyle, çeteleriyle, dilencileriyle bu yeni kitlenin rüzgarı esiyor şimdilerde.

Sığınmacılığın kitabı adeta yeniden yazılıyor İstanbul’da.

Tutunamayan Türkler buğulu gözlerle izliyorlar olup biteni.

Bir metrekare yer almanın imkansız olduğu semtlerde yeni tabelalar, Türkçeye meydan okumaya devam ediyor.

Kentin tarihine, ruhuna ve dokusuna yapılan müdahaleler korkarım ki geri dönüşü olmayan bir sona hazırlıyor bizi. İstanbul’un kültürel fay hatları bu sarsıntıya dayanamaz kırılır. Endişem o ki yıkım büyük olur.

***

“İstanbul bir dünya kentidir” herkese yer var söylemi küresel sömürgeciliğin kitabından alıntıdır. 

Herkese yer var ama yıllardır İstanbul’un kahrını çeken Anadolu insanın kendi kentinde işi zor öyle mi? 

Kastamonu, Sivas, Trabzon, Erzincan, Ağrı, Erzurum ve diğerleri; taşraya, köylerine dönmeli öyle mi?

“İstanbul bizi yordu alın hayrını görün” vedasını kaderimize yazmaya çalışanların sinsi planları yürüsün öyle mi?

İstanbul Anadolu’nun nefesinden olabildiği kadar uzaklaşsın ki…

İstanbul İstanbul olmaktan çıksın öyle mi?

***

Yedi tependen

Gün çekilmeden

Uyan İstanbul

Vakit geçmeden

Takat bitmeden

Sevdan göçmeden

Uyan İstanbul

Ölüm gelmeden