Genel anlamıyla “çalışmak” sözcüğü/eylemi bizim ülkemizde özellikle son yıllarda tartışma ve polemiklerin merkezinde. Sözcüğün türevleri ve benzerleri de çok öznel duygu ve düşüncelerle biçimlenmekte ya da yorumlanmakta. Kimileri “sonuç alma ve başarının kendisi” olarak görüyor; sporda yenmek, üstün olmak gibi. Kimileri siyasi alanda üstünlük/egemenlik sağlamanın, her yol “mübah” mantığı ile sonuç almanın “çalışma” olduğunu; bunun yanı sıra ekonomik/sosyal üstünlük oluşturmanın, yine her yol geçerli mantığı ile sonuç vermesini özellikle “çalışmak” ve “başarı” ile orantılı olduğunu savunmakta.

Sözcüğün gerçek anlamındaki yücelik ve “kutsallık”, üretim merkezli anlam, alın teri göz nuru oluşu, yaşama adil yansıması/paylaşımcı ruhu unutuldu bile. Teknolojiye/sanayiye bağlı gelişen ve değişen üretim araçları emeğin değerini gereksiz tartışmalara çekmekte. Büyük tekellerin ve bağlı kuruluşların ve onların siyasi merkezlerinin pompalamasıyla emeğin değeri önemsizleştirilmeye, emekçi kesimler bilinçli olarak yıpratılmaya çalışılmakta. Öteden beri yapıla gelen işçi memur ayrımı, iş kollarının ve koşullarının dengesizliği, çalışma saatleri vb. nedenler, emek güçlerinin arasına duvar örmeyi ve birleşik güç olabilmelerini de engellemeyi amaçlayan çabalar olarak bilinmekte. El-kol ve beyin gücünün/emeğin, çalışma yaşamıyla ilintisi/ilişkisi ve sonuca yansıması hep tartışılagelmiştir. Bu çelişme, üretimin, artı değerin bölüşümü ya da “hizmet” in üstlenilmesiyle ilgili bir sorun olmakla birlikte, giderek azgınlaşan “emeğin üzerinden yararlanmak” -emeğin sömürüsünde sınır tanımamak- doyumsuzluğuna evrildi.

Kuşkusuz dünyaya ne yazık ki hala büyük oranda egemen olan Kapitalizm ve onun canavar ağı/kolları vampir örneği azdıkça azıyor, kan emmeyi sürdürüyor. Bizim gibi ülkelerde ucuz iş gücünün sağlanması/oluşturulması sistemin sağlığı/geleceği için önemli. Ancak çarpıklığın ve çelişkinin bu denli yüksel oluşu, olası olumluluğu da içinde taşıyor ve yakına getiriyordur, unutulmasın. Bu diyalektik gerçekliğe karşın direnme ve bildiğini okuma yeni bir durum değil elbet. Tarihin tekeri hep böyle döner; “zıtların birliği” ve dönemsel üstünlük.

(...)

Ucuz iş gücü olarak görülen çocuk işçiler ve ciddi sayıya ulaşan, gün be gün çoğalan göçmenler emek sömürüsünde yeni bir sayfa açılmasına “mazeret” /gerekçe oldu. Küçük sanayi ya da işletmelerin dışında eğitim ve sağlık başta olmak üzere birçok alanda göçmen statüsü verilmiş ya da denklik referanslarıyla kamuda ve özel kurumlarda çalışan/çalıştırılan yüz binler, emeğin ve üretimin değerinin düşürülmesine aracı kılınmakta. Ayrımcılık penceresinden bakmadan sorunun akademik, sosyolojik ve elbette bilimsel çözümlemelerle ele alınması ivedilik ve öncelik gerektirirken, siyasi getiri uğruna verilen ödünler toplumu germekte/bölmekte yabancı düşmanlığını körüklemekte. Gençlerimizin çalışabilme olanaklarını azaltan bu durum ülkeden çıkma/kaçma isteğinin de önemli oranda gerekçesi sayılmakta ayrıca. Ülkemizden ayrılma isteğinin ekonomik olduğundan daha çok siyasal, kültürel ve etik bir sorun olduğunu düşündüğümü bu arada belirtmeliyim!

Özellikle eğitim ve sağlıkla ilgili yapılan yabancı ya da göçmen görevlendirmeleri nitelik sorununu da öne çıkarmakta ve bütünüyle toplumumuzu ve geleceğimizi ilgilendirmekte. Toplumsal ve ulusal değerlerimize, etik anlayışımıza adım adım saldırılar, çürümeyi yaygınlaştırırken birçok yönetici ve yetkili kadro ve siyasi anlayışın bundan yararlanma yolunu yeğledikleri yaygın örnekleriyle adeta kanıksanır oldu! Böylesi koşullarda ayrıca ülkemizde gemi azıya alan “çalma-çırpma”, “hortumlama” ve değişik hırsızlık türevleri de ne yazık ki “çalışmak” eylemiyle ilintilendirilerek kamu vicdanına, kamu hukukuna saldırıya dönüştürülmek üzere! “Tersine Dünya”’nın yaşandığı bu dönem kuşkusuz bitecek/bitirilecek, adil yargının ve kamu hukukunun tecellisi elbette görülecektir/yaşanacaktır! Ülkemiz sosyal gerçekliğinden bakarak eğitim-sağlık ve bütünüyle kamu çalışanlarının işçi, memur, sözleşmeli, ücretli vb.-, köylü ve çiftçilerin ve daha birçok alandaki üretici ve emekçi milyonların sosyal, ekonomik, kültürel konuları/sorunları “çalışmak” eylemiyle tutarsızlık göstermekte. Beslenmeden sağlığa, eğitimden kültürel ve sosyal yaşama dek yaşamın tamamına yansıyan eşitsizlik-adaletsizlik-yasa ve hukuk dışılık, sınır tanımayan büyük orantısızlık/çelişki “toplumsal öfke”yi körüklemekte!

“Çalışmak”, “üretim”, “emek” sözcüklerinin gerçek anlamlarının karşılığını bu denli alınamadığı bir dönem olmamıştır!

Yıl boyu tarlasında bahçesinde çabalayan, tarım çalışanı üretiminin değerini/emeğini birileri belirleyip de karşılığını alamadığı için yetersiz mi çalışmış oluyor? Atelyede, fabrikada çalışan işçinin hak edişi çok mu farklı? Kamuda ya da özel sektörde çırpınanlar çalışmadıkları ya da az çalıştıkları için mi ekonomik olarak kıvranmaktalar? Özellikle emekliler, vaktiyle yetersiz ve verimsiz oldukları, çalışmadıkları için mi bugün hor görülmekte, bir köşeye itilmekte?

“Çalışma” ve emeğin, alın terinin karşılığını bulduğu, insanca yaşama ve mutlu birlikteliğin olası ve yakın olacağı inancı/güveni/kararlılığı ile tüm emek dünyasının 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutluyor, daha yaşanılası bir ülke/dünya diliyorum.

-Yarınlar Güzel Olacak-