Geçen günlerde, tarihi bir kent olan Safranbolu’yu ziyaret etme fırsatı buldum. Safranbolu, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan, Osmanlı döneminden kalma konakları, çarşıları, camileri ve hamamlarıyla ünlü bir kent. Bu kentte, geçmişin fısıltılarını duymak mümkün. Her bir taş, her bir ağaç, her bir kapı, bize kültürümüzün değerini ve zenginliğini hatırlatıyor.

Ancak, bu fısıltıları duymak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü, bu fısıltılar, zamanın ve modern yaşamın etkisiyle yavaş yavaş kayboluyor. Safranbolu’da gördüğüm manzara, beni hem sevindirdi hem de üzdü. Sevindirdi, çünkü bu kent, kültürel mirasımızın korunması için büyük bir çaba gösteriyor. Tarihi yapılar, restore ediliyor, bakım görüyor, yeniden işlev kazanıyor. Kültürel etkinlikler, festivaller, sergiler, eğitimler düzenleniyor. Turizm, yerel kalkınmayı destekliyor.

Ancak, üzdü, çünkü bu kent, kültürel mirasımızın korunması için yeterli olmayan bir çaba gösteriyor. Tarihi yapılar, plansız ve bilinçsiz müdahalelerle zarar görüyor, orijinalliğini kaybediyor, kimliksizleşiyor. Kültürel etkinlikler, ticari amaçlarla yapılıyor, kalitesizleşiyor, yozlaşıyor. Turizm, çevresel, sosyal ve kültürel sorunlara yol açıyor, sürdürülebilirliği tehlikeye atıyor.

Safranbolu, sadece bir örnek. Türkiye, kültürel miras açısından çok zengin bir ülke. Somut ve somut olmayan kültürel varlıklarımız, bize geçmişten gelen bir hazine. Ancak, bu hazineyi korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için ne yapıyoruz? Kültürel mirasımızı, sadece bir turistik cazibe merkezi, bir gelir kaynağı, bir gösteriş unsuru olarak mı görüyoruz? Yoksa, bir kültür varlığı, bir kimlik belirleyicisi, bir yaşam biçimi olarak mı görüyoruz?

Kültürel mirasımızı korumak ve yaşatmak için, sadece devletin, belediyelerin, kurumların değil, her birimizin sorumluluk alması gerekiyor. Kültürel mirasımızı, sadece somut ve soyut olarak değil, bütüncül ve dinamik olarak görmeliyiz. Kültürel mirasımızı, sadece koruma ve kullanma olarak değil, sürdürülebilirlik ve katılımcılık olarak görmeliyiz. Kültürel mirasımızı, sadece geçmişe ve geleceğe değil, bugüne de bağlamalıyız.

Kültürel mirasımız, bize geçmişten gelen bir miras değil, aynı zamanda geleceğe bırakacağımız bir mirastır. Bu mirası korumak ve yaşatmak, bize düşen en önemli görevlerden biridir. Geçmişin fısıltılarını duymak için, kulaklarımızı açmalı, gözlerimizi açmalı, yüreğimizi açmalıyız.