Cumhuriyet karşıtlığının hızlandığı, özellikle eğitimin laiklikten ve bilimsellikten uzaklaştırılarak Diyanete-Cemaatlere-Tarikatlara/Vakıflara adeta teslim edildiği yıllardan geçmekteyiz. Bu iç karmaşanın yanında dış politik tutarsızlık da gün be gün kötüye gitmekte. Son örneği TBMM’de yaşandı. Çoğunluk vekillerin, Milletin vekili değil de parti başkanlarının vekili olduklarını gösterdiler. Özgür iradelerini pek kullanamadıklarını düşünmek istiyorum; aksine gerçek düşünceleri buysa vay ülkeme, vay halimize!

Bir parlamento düşünün, milletin meclisi dostlar! 599 milletvekilinden yarıya yakını oylamaya katılmaz. Kimi partilerinin yönetiminden çekinir/korkar; “ikbal” kaygısıyla “renk” vermez. Kimileri “sadakat” önceliği ile kimliğini kişiliğini öteler ya da yeni mandacılık anlayışına uygun davranır! “Sistemin daimî temsilcilerini” ve yeni temsilciliklere soyunanları bir ölçüde anlamak olası! Yani varlık ve beka sorununu!... Tamam da birilerine ne demeli!

Hükümetin ve Saray’ın uygulamalarına karşı olduğunu söyleyen, Atatürk’ün partisi olduğunu yineleyerek Atatürk’le/Atatürkçülükle çelişen ve “Solculuk” savını kimseye bırakmayan CHP, NATO’nun sultasına ve genişlemesine evet diyor!... “Sol” ve “sosyalist” olduğunu utana sıkıla da olsa zaman zaman dillendiren bölücü ve ayrılıkçı parti ve bileşenleri ABD’ye/NATO’ya silahlı ve dünya egemenliğine yeniden soyunan vurucu-işgalci-yok edici ve kan emici güç diyemiyor! 57 milletvekilinden üç-beşini cılız “hayır” sesi için mecliste tutuyor.

 Bugün NATO’ya ve genişlemesine bırakın hayır demeyi, dağıtılmasını istemek Türkiye için öncelikli bir konu ve sorundur! Kuşkusuz bu ölçüt “Bağımsız Türkiye” diyebilenlerindir. Batı’dan, ABD ve Brüksel’den destekle beklentiye girenler, iktidar olmak isteyenler, “Tam Bağımsız Türkiye” şiarına/ilkesine uygun davranamazlar!  1919’ların mandacı kafası 2000’ler Türkiye’sinde -yobazları bir yana bırakarak söylüyorum- “çağdaş”, “demokrat”, “ilerici”, dahası “Atatürkçü” / “Solcu” pozlarıyla, görünümleriyle Meclisteler!

Ülkemizin savruluşuna dur diyecek gerçek gücün, halkın gerçek temsilcileri ve biz zati ulusun/halkın kendisi olacaktır artık! Bu yargının tartışılır bir yanı kalmamıştır. Özellikle parlamentonun son NATO -İsveç’e ilişkin- toplantısı ve oylaması ibret ötesi bir durum! Utanılacak bir görüntü!

 İğdiş edilen değerlere, dönüştürülen düşüncelere, “ideolojiler öldü” diyerek “yeni dünya” ve “yeni düşünce” pazarlanışına -Liberalizm ve her şey mübah anlayışına- yenik düşenlerin, “bağımsız(lık) düşünceleri” de yenilmiştir artık. Böylesi savlarla ilkelerle siyaset yapmanın olanağı yoktur diyen çok siyasetçi, eski ve yeni vekil var bugün! Genel kirlenmeye bağlı siyasi kirlenmeden söz etmiyorum. O bir başka toplumsal sorun. Siyasi ilkelerin, ideolojilerin, olmazsa olmazların esnetilmekten öteye yok sayıldığı/yok gösterildiği büyük bir “otoriteden” söz ediyorum. Kuşkusuz bu da bir ideoloji; ABD’ye NATO’ya hayır diyemeyen, “Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir” diyemeyen, “Kahrolsun Emperyalizm ve Yerli İşbirlikçileri” diyemeyen yeni “ideoloji” temsilcileri…

Meclisteki diğer partilerin tutumunu irdelemeyi gereksiz buluyorum. Ancak Saadet Partisi milletvekilinin “hayır” konuşması bana 68’li devrimcilerin duruşunu çağrıştırdı. Değme solculara/komünistlere taş çıkaran duruşu ve konuşmayı alkışlıyorum!... Dolayısıyla bağımsızlık savaşımında klasik “sağ” “sol” kümeleşmesinin önceliğini yitirdiğini görmek ve yeni kümeleşmenin güncelliği ve biçimlenişini sorgulamamız bir kez daha gerekmez mi?

Türkiye’nin yaşamsal ve geleceğe dönük çıkarlarına uygun saptamalar yaparken ABD ve NATO iyi sorgulanmalı diye ısrarcıyım. NATO’nun genişlemesi, örneğin Karadeniz ve Akdeniz’de etkin olması, Rusya’yı sarmalaması bize ne yarar kazandırır? Dostluğumuza, yakın komşuluğumuza ve ticari ilişkilerimize zarar vererek yeni bir Rusya düşmanlığıyla bizi karşı karşıya bırakıp yeni felaketlere sürüklemekten başka!

Yazımın bu bölümünde kimi anımsatmaları yaparak durumdan görev çıkarmanın önemine konuyu getirmek isterim. Yoksa şu ya da bu partinin salt yanlışlarını yineleyerek “yandaş” – “karşıt” kümelere/partilere hoş görünmek derdinde değilim. Doğru ve gerçekçi çıkarımlara ışık tutmak ve bu çıkarımların önünü açmak, yeni bir ufukla ülkemize bakış ve ülkemiz sorunsalına çözüm bulmak derdim, bilenler bilir ya. Bağcı dövmek değil, üzüm yemek amacındayım; türkü söyler, türkü dinler gibi hani. -Dövülecek bağcının çok olduğunu da biliyorum ayrıca!

 Başta ulusal mücadelenin/Samsun’a çıkışın ne denli büyük bir “kılıç çekme” olduğunu söylemem gerek. Ardından AMASYA GENELGESİ, Erzurum ve Sivas Kongreleri ve yerel örgütlenmeler… O yıllardaki eylemsel -fiili- işgalin zorunlu ve emredici karşılığı başkaldırıydı -isyandı-! Hem Osmanlı Sarayına/yönetimine hem de ilgili dış güçlere/emperyalistlere. Aradan yüz yıldan çok geçti. Cumhuriyet ve Devrimlerden, onları koruyup sürdüremeyişten, karşı devrim sürecinden sonra geldiğimiz bugünden, çıkarım elde etmek için yukarıdaki yaşanmışlıkları anımsattım…

TBMM’deki son görünüm çok düşündürücü sayılmalı. Böylesi bir meclis dağılımı ile bir yere varamayacağımız belli. Ancak Meclisi hemen değiştirip sorunları kolayca çözemeyeceğimiz de belli. Kuruluş ve Kurtuluş savaşımının ve Cumhuriyet ve Devrimlerimizin ne denli uzun erimli, oldukça zor savaşımlardan geçtiğini unutmadan -stratejik- düşünmeli… Ne denli risk ve tehlikelere karşı ilgili adımların atıldığını bilerek kısa ve uzun erimde yapılacaklar/yapılması gerekenler, ayağı Türkiye toprağına basan, Emperyalistlerle ve yerli işbirlikçileriyle ilgisi/ilişkisi olmayan bütün güçlerin güncel görev ve sorunu olmalıdır.

30 Ocak 2024

Ankara

-Yarınlar Güzel Olacak-