İçimizdeki şehir biriciktir. Hiçbir yere benzemez. Trabzon’un Konya’ya, Konya’nın İstanbul’a, İstanbul’un da Berlin’e ve Kudüs’e benzemediği gibi. Her şehrin kendine has özellikleri olmalı. Şehirler bir savaşla yıkılır, bir dekorla başka şehirle benzetilmeye çalışıldığında yıkılır.

Aslında şehirler ikiye ayrılır. Birincisi insanların içinde yaşadığı şehirler diğeri ise İnsanın içinde yaşayan şehirler. Şehir yaşamın, kültürün, felsefenin, ahlakın, sanatın ve sosyal anlayışın geliştiği, yaşayanların refahının, huzurunun sağlandığı ortamdır. Bu idrak şehir bilincinin oluşumunu sağlar ve içinde yaşayan insanların en üst yaşam kalitesine ulaşmasının temelini oluşturur. Şehirler içinde yaşayanları inşa eder, değiştirip dönüştürür, sosyalleştirir ve yaşama sürecini besler. İnsanın içinde yaşadığı şehrin ikliminden, imarından, inşasından, kentleşmesinden etkilenerek ya ihya olur ya da imha olur. Şehirler medeniyetin olması gereken yerlerdir. Medeniyet şehirde yaşayanların yaşam kalitesini, ruhunu şekillendir. Medeniyetin hâkim olduğu şehirlerde, bunalım, iflas, intihar, stres, karmaşa ve isyan olmayacağı gibi medeniyet içinde yaşatan insanların şehirlerinde zarafet, saygı, hürmet, sanat ve huzur hakim olur.

Bugün medeni diye adlandırılan batı ülkeleri ekseriyetle insanların içinde yaşadığı şehirler olarak değerlendiriyor. Londra’nın, Paris’in ve New York’un hemen yanı başında gettolar kurulu vermiş. Şehir meydanın bir arka sokağında can güvenliğiniz yok. Özgürlük adına her türlü uyuşturucu ve rezalet sınır tanımıyor. İnsani düşünce, vicdanın sesini hiçe sayan davranış, hareket ve yaşam tarzı içinde insanın yaşadığı şehirlere en güzel örnektir.

Ahmet Hamdi Tanpınar bir eserinde şu ifadelere yer veriyor, “Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin? İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan değerler manzumesidir. Anlıyor musun derdin büyüklüğünü? Cahilsin okur, öğrenirsin. Gerisin; çalışır ilerlersin. Adam yok yetiştirirsin. Paran yok kazanırsın. Her şeyin bir çaresi var. Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur. Bütün cemiyet hayatı zihniyet etrafında döner.” Bilimin ışığında, kültür altyapımızın özüne inerek kendi medeniyetimizi yaşadığımız şehirlerin imarı, inşası ve ihyasını gerçekleştiriliriz. Bunu başarabilirsek insanın toplumlarının içinde yaşayan şehirler oluşturabiliriz.

Doğup büyüdüğümüz coğrafyanın yaşam tarzı, tarihi geçmişi, örfü adetleri, göreneklerini taşımak ve yaşamak bizi küçültmeyeceği gibi bizleri büyütecektir. İmar edilmiş şehirler içinde yaşayan insanları ihya eder. Global dünya şehir kültürünü ortadan kaldırıp ortak küresel bir yaşam dayatmaktadır. Sermayeyi elinde bulunduranlar, yaşam başta olmak üzere, kültür, inanç, tarih ve idealleri istedikleri merkeze yönlendirip tek tip insan tipi oluşturma hevesindeler. Şehirlerimiz bugün gelişim değişim adına birçok özelliği, anısı, hikayesi, kültürü, yaşan tarzı ve geçmişi yok edilmektedir. Aslında şehirler renklerini koruyarak da değişebilir ve gelişebilir. Böylelikle insanın içinde yaşadığı ve yaşattığı şehirler oluşturulabilir.

Şehri insanlar yapar ve bu tarihin en harikulade kolektif mimari bilincini oluşturur. Döner şehir de insanlarını yetiştirir. Çevreyle, tarihle, ırmakla, dağla, taşla, ağaçla, denizle ve doğayla kuşla hülasa on sekiz bin âlemle bağımızı burada kurarız.

İnsanı büyü gibi saran Trabzon şehrini bilmeyenlere, görülenin ötesinde görmek fırsatı bulamamış olanlara, kısaca anlatabilmek isterim.

Dünyanın başka nice büyük şehirlerine çirkinlik katan şeylere karşı çekiciliği artan, başka nice büyük şehirlerde hayatı soğuklaştıran işlerle sıcaklık kazanan şehir...

Trabzon’da takalar kıyı boyunca şehre ahenkle yayılmış, şehrin içine sinmiş, kanına girmiş; kayıkların bayramları renkli renkli, dalgalı Karadeniz’de bir başka güzel. Kıyıya kasa kasa balıklarını, paçaları sıvalı, ayakları çizmeli balıkçıları, şehrimin tabiatı, nostaljik bir piyes dekoru ile sanatkâr ve figüranları gibi işlenmiş.

Trabzon’da sanatla, kültürle ve şiirlerde olur sandığım o sıcak, o renkli, o bütün hüznüyle, acısıyla, derdiyle yaşayan, insanı hem bir tabiat parçası gibi dinlendirip duygulandıran, hem bir şehir hayatı gibi kamçılayan doğal dekor...

Trabzon’da ticaret, şehrin nabzında atıyor. Bir yanda tarım, balıkçılık varsa da, öbür yanda bütün kaçınılmazlığı ve yararlığı ile ticaretin, insanlıktan ayrılmaz bir faaliyet olduğu, futbol denince şehrin karakteri gibi, şehrin her yerine sinmiş adeta yaşam biçimi olmuş. Ortahisar’da kendinizi kadim kültürün aydınlığında sanırken, Karadeniz’in dalgalarından uzaklaşınca dağların haykırışlarıyla dokunulmamış yaylarında bulursunuz kendinizi.

Yirminci yüzyıldayım derken, bir müze, bir tarihi eser, bir hamam, bir çeşme ve tarihi camiyi görüp eski çağlara dalıp gidersiniz. Bu şehir hem inşaların içinde yaşadığı hem de insanların içinde yaşattığı şehir. Çaykara’da Uzungöl’ü, Of, Hayrat’ta çayı, Sürmene’de pideyi, Araklı’da Aho peynirini, Arsin’de Foşa fındığını, Yomra’da elmayı, Akçaabat’ta köfteyi, Çarşıbaşı’nda keşanı, Tonya’da tereyağını, Şalpazarı’nda horonu, Vakfıkebir’de ekmeği, Düzköy’de Çal Mağarasını, Beşikdüzü’nde kemençeyi ve Ortahisar’da tarihi bulursun.

Ve insanları ancak böyle bir şehrin insanlarının olabileceği kadar sıcak, hareketli ve canlı. O yüzden bu şehirde slogan ‘Bize her yer Trabzon’.