Hayata dokunuşların tükendiği, kişisel çıkarımların önüne geçemediğimiz bir yüzyılı yaşıyoruz. Bir telefona sıkışmış sosyal yalnızlığımız ruhumuza öldürücü darbeler vuruyor. İnsanlığımız sadece kelimelerde kalacak bir geçmiş zaman olgusu gibi.
Yaşadığımız bu tüketim çağında bakmaya görmeye vaktimiz yok gibi gözükse de hayatı biraz yavaşlattığımızda ne fotoğraflar görürüz.
Çoğu zaman, hayatın bu görmezden geldiğimiz fotoğraflardan oluştuğunu unuturuz.
Bu hayatın fotoğraflarını çekerken, unutulan değerleri yakalamaktır hep amacım.
Sevgili Mevlüt dayı da bu değerlerden biriydi.
Yüzyıla yaklaşan ömrü ve başındaki mavi takkesi ile bir film karakteri gibiydi.
8 yıl önce Adil Baba adlı filmi çekerken çay ocağında tanıştık.
Adil Baba’nın en eski müşterisiydi.
Her gün onun minik çay ocağına gelerek çay içen kendine münhasır bir zattı Mevlüt dayı.
Çektiğim bu filimde ona da yer verdim.
Çok mutlu oldu.


Çok hümanist ve sosyal bir insan olan bu güzel yürek herkese dokunmaya çalışan bir Anadolu dedesi gibiydi.
Hayat görüşü olarak ne kadar farklı olsak da.
Karşımdaki bu insanı hiç üzmemeye çalıştım.
Mutlu olacağı insanlarla tanıştırdım.
Ona önem verdim saygılı oldum her gördüğümde elini öptüm.
Küçük bir çocuk gibi şımarttım hayatında hiç gitmediği güzel yerlere getirdim onu.
Her hafta arardı beni.
“Bekle beni.” derdi çay ocağında.
Son iki yıldır yalnızlık iyice dokunmuştu ona.
Çıkamıyordu dışarı artık.
10 gün önce aradığında, “Tabakçıya selam söyle.” dedi.
 Bir vedaydı belki de.
Geçen hafta yüzyıllık ömrünü tamamlayıp veda etti bize Mevlüt Dayı.
Her ayrılış ve veda bu yalan dünyanın tek gerçeği.
Gülen güzel insan.
Ruhumuzda hep var olacaksın.