Her insan doğduğu, çocukluğunu yaşadığı toprakları yurt eyler gönlüne. Yüreğine koyduğu bir minnet duygusudur yaptığı çalışmalar...

“Bu toprağın çocukları” adlı müzikal eserinde bu coğrafyanın en üretken yazarı olan Bahaeddin Kabahasanoğlu bu duygularla oluşturdu bu güzel eseri...

Yeniden döndüğü Trabzon’un Yomra ilçesindeki köyüne çocukken yokluğunu çektiği kütüphaneyi kurdu.

Mutluluğu içinde gezdiren insanların yaptıkları her işte ayrı parıltıları vardır. Ben bu insanları çok severim. Onların hikâyeleri zorluklara umursamaz bir cesaretle eşlik eder. Yaşamın her harmanında güler yüzleri sevgi dolu kalpleriyle huzurla işlerini güçlerini yaparlar. Bu memlekette, dokunan hikayeleri yürekten yazan ama çok bilinmeyen üretken bir yazarla tanıştıralım sizi...

1: Bu Toprağın Çocukları adlı müzikal nasıl doğdu? Nereden esinlendiniz?

Rahmetli Temel dedem, adeta seferberlik hikâyeleriyle büyüttü bizi. 1915-1917 yılları arasındaki Trabzon’dan Tokat’a muhacirlik, salgın hastalıklar, dönüşte karşılaştıkları yanmış yıkılmış şehirler, kasabalar, köyler... Çok duygusal bir insandı ve her anlatışında gözlerinden yaşlar dökülürdü. Şana’ya dönmüşler fakat kısa bir süre sonra başlayan Milli Mücadele yıllarında askere gitmiş. Bu kez Batum’dan Trabzon’a silah taşıyan mavnalarda bulmuş kendini... Çocukken belleğinizde yer ediyor bu anlatılanlar ve büyüdükçe aklınıza geliyor. İstiklâl Madalyası sahibi olup maaş da alınca, babam rahmetli olduğu için o aldığı maaşla beni okutunca iyice borçlanmıştım dedeme. Bu Toprağın Çocukları, önce bir şiir oldu, ardından oratoryo olarak İstanbul Hava Harp Okulu’nda ve pek çok okulda, etkinlikte sergilendi. Çok beğenilmiş ve ayakta alkışlanmıştı. “Mutlaka müzikal olmalı” övgüleri de gelince Bu Toprağın Çocukları Müzikali doğdu. 

2: Köyünüze bir kütüphane yapmak, çocukluğunuzun geçtiği bu topraklara bir armağan mıydı?

Armağan olarak da görülebilir. Doğup büyüdüğünüz topraklar... Yaylasına çıkmışsınız, denizinde deresinde gölünde yüzmüşsünüz. Hayvanları beklemiş, çayır biçmiş, tarla bellemişsiniz. Fındık toplamış, yük taşımışsınız. Yağmur dualarına çıkmış, koşmuş, çelik çomak oynamışsınız. Bunların birçoğu Harmancık çevresinde olmuş. Yani tam da Şana Taka Kütüphaneyi inşa ettiğimiz yerde. Rahmetli babaannem, her yağmur duasının ardından burada kuymak dağıtırdı komşularımıza. İlkokul yıllarından başlamak üzere zaten mini bir kitaplığım vardı. Dolap No bile yazmıştım üstlerine. Dedemin tütünlerini koyduğu rafın yanında yeni bir raftı benimkisi. Yalnızca biraz tütün kokardı kitaplarım, o kadar. 

3: Bir yazar olarak bu toprakların neyinden beslendiniz?

Bizim bölgemiz inanın çok besleyici. Her bakımdan. Maddi manevi yani… Hele işiniz kültür sanat olunca bunu daha iyi anlıyorsunuz. Hikâye çok, efsane masal da öyle... Bu durumu şöyle özetliyorum:

Bir taraf dağ

Bir taraf deniz

Ortasında biz 

Biz dağ aslanları 

Deniz kızları 

Biz denize benzeriz

Yaz yazabildiğin kadar. Çok büyük bir zenginlik bu. Arazi engebeli, işler güçler kolay değil, dört mevsimi en güzelinden yaşıyorsunuz. Doğa ile iç içesiniz; konuştuklarınızı yazsanız, düşündüklerinizi... Hayatımız roman kısaca. Sağımızda solumuzda muhteşem hikâyeler, yeter ki gör, duy, yaz.

4: Trabzonspor, bu şehrin tam olarak neresinde?

Kalbinin tam ortasında. Spor, özellikle de futbol bir tutku olmuş bu kıyılarda, yaylalarda. Bir başka kentle asla kıyaslayamazsınız bu durumu. Pek çok kentte görev yaptım, bizdeki futbol aşkı yani Trabzonspor aşkı tarif edilemez. Yenildiğimizde zaman durur, her şey durur sanki. İçtiğimiz suyun, çayın tadı kaçar, yediğimiz yemeğin... Moralimiz iyice bozulur, yüzümüzden düşen bin parça zaten. Bu, aslında “Trabzon Sevgisi”nin futbolla bütünleşmiş halidir. Bu şehri seviyoruz, onun kültürünü, sanatını ve sporunu da seviyoruz. Çok ilginçtir köyde maç izlerken bazen erken gol yediğimizde kapatıyorum televizyonu fakat kulağım gelecek uğultuda. Çünkü gol attığımızda köyün derinliklerinden öyle bir uğultu yükseliyor ki duymamanız imkansız. “Bordo Mavi”, “Fırtına” derken en kalbi duygularımız devreye girer. Bu yüzden Kalbim Seninle 61 Kere adlı kitabı yazdım. Diğer takımlar da var, şehirler... Mutlaka hepsi çok çok değerli fakat biz Trabzonspor’u bir başka severiz. Kalbimizin başköşesinde kuruludur. Hep en önde olsun, yine destanlar yazsın isteriz. Buna da hakkımız var; Sevgili Trabzonspor, bizi şampiyonluklara alıştırdın, tüm ülkenin medarı iftiharı oldun, yaptın yine yapabilirsin. 

5: Yaşadığımız bu büyük depremi, yazacağınız romanlarda çarpıcı hikayeleri konu edinecek misiniz?

Öncelikle hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifa diliyorum. Ülkemiz, olağanüstü boyutta büyük bir afet yaşıyor. Bunu da elbirliğiyle atlatacağız inşallah fakat hiç ders almadığımız da ortada. Beni asıl üzen de bu. Doğal olarak her görüntü, bir film izler gibi, roman okur gibi yer ediyor belleğimizde. “Kendimize mezar almışız” diyenler mi? “Yalnız bırakıldık” diyenler mi? “Sesini duyuyorum, şurada bir yerde olmalı” diyenler mi? Çığlık çığlığa insanlar ve daha neler neler? Bu deprem, henüz tam sonuçları açıklanmasa da ülkemiz tarihinde ilk sırada yer alacak gibi. Göz göre göre gelen bir deprem. Fay hattı üzerine kentleri kurarsan, binaları uygun standartta yapmazsan olacağı bu. Sonra hemen her dönem sergilenen “imar affı” da tuzu biberi oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımızda kahroluyoruz doğal olarak. Hadi diyelim izinli onaylı yapılar vardı, eksikleri olsa bile bu durum anlaşılabilirdi fakat imar affıyla yüz binlerce yapıya da adeta davulla zurnayla “Tamam” dedik, onay verdik. Olmadı. 

Sanatla uğraşanlar, tüm olup bitenlerden olduğu gibi depremden de etkilenirken besleniyor aynı zamanda. Müzisyen, ressam, heykeltraş, karikatürist, yazar, senarist... Özellikle deprem gibi afetler, tahminlerin de ötesinde bir büyüklükte sarsıyor insanları. Enkazda kalanlar, dışarıda bekleyen yakınlar ve ekranlarla sosyal medya sayesinde bu duruma tanık olanlar... Ağlayanlar, dua edenler, öfkelenenler... Yardım toplayanlar, yollara düşenler, gönüllüler... Yerli yabancı binlerce iyi insan, yüreğimizi ısıtan hikâyeler. Her enkazdan kurtuluşta, koca bir millet enkazdan kurtulmuş hissi yaşıyoruz. Herkes gibi ben de çok ağladım, dudaklarım titredi, çoğu kez çocuklar gibiydim. İnsanımız, deprem bölgesinde ölüyor, biz de Karadeniz kıyısında, Akdeniz'de, Ege'de. Dünyanın dört bir yanında... Yazık oluyor bu güzel ülkeye. Biz sanatçılara, deprem yeni yeni “iş”ler veriyorsa, politikacılar da dersini almalı bu afetten. Aynı yerde aynı yanlışları tekrar etmemeli. Bir sonrakini daha az kayıpla atlatmak için gereğini yapmalı. 

6: Bir yazar hayata nasıl bakar ve yaşar? Hayatınızın felsefesi nedir?

Öncelikle hayatımın felsefesini söyleyeyim, “ne olacaksa benim için iyi olacak.” Çok kötü olaylar yaşansa da iyimserim. Küçük şeyler, büyük şeylerin özetidir aslında. Küçük mutluluklar gibi... Bir tebessümde, harekette koca bir dünyayı saklayabilir insan. Rüzgâr gibi gelip geçiyoruz. İnsan dediğin nedir ki? Et, kemik ve can taşıyan bir varlık. Kalabalıklarda bunu daha iyi anlıyorsunuz. İşgal ettiğin yer, etki alanın, çizgin ve ömrün... Bizler, hikâye avcısıyız her daim. Durup dururken, yürürken, yolculukta, her yerde... Güzel çirkin, iyi kötü fark etmez çünkü hayatta hepsi var. Kısaca insanı tanımakla tanıtmakla geçer tüm ömrümüz. Bunun dışına da çıktığımız olur, geleceğe yolculuklar yaparız, geçmişe... Konuşuruz konuştururuz. Biz, okurun sofrasına acı, tatlı yemekler taşırız sürekli. Bir ölçüde de tarihe kayıt düşeriz. Aslında ölümsüzlüğü aramak gibi bir şeydir yaptığımız. Yani bir gün gelecek, siz gelmeyeceksiniz. Fakat olduğunuz yerden yazdıklarınızı, bestelediklerinizi duymak gibi bir şey. Resimlerinizi görmek gibi, filmlerinizi oyunlarınızı izlemek gibi... Benim için yazmak, dünyaya yıldızlardan bakmak gibi. Yıldızlara da daha daha uzak yıldızlardan...

Bahaeddin Kabahasanoğlu...

1959 yılında Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı Çınarlı Köyü’nde doğdu. Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler bölümünü bitirdikten sonra öğretmen ve idareci olarak Kahramanmaraş, Trabzon ve İstanbul’da görev yaptı. Malatya, Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde bulundu. Görevi esnasında edebi çalışmalarını da aralıksız sürdürdü. Kültür, sanat ve turizm hakkındaki yazıları yerel ve ulusal basında yayınlandı. Haftalık radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. YUVA adlı TV dizisinde senarist olarak yer aldı. Tatlı Şubat, Haskız, Beşik Kertmesi, Yağmurcan ile Bircan ve Ormanya (Devlet Tiyatrosu repertuvarında) adlı oyunları sergilendi. Bu Toprağın Çocukları Müzikali; İstanbul AKM, Mydonose Showland ve Ankara MEB Şûra salonunda sergilendi, 30 bin izleyiciye ulaştı.

Yayınlanmış Eserleri:

AKSÜT, (Hikâye, MEB Yarışma, 1993), Denizlerin Dağların Çocukları (Deneme), Nesini Seviyorsun (Şiir), Yetişmeyen Yetişkinler (İnceleme - Araştırma), Dün Çok Kötü Bir Şey Oldu (Fantastik Roman), Fujiwara / Kubilay’ın Kılıcı (Fantasik Roman), Kurnaz Tilki ile Toprak Ana (Çocuk Oyunu), Altın Saçlı Kahraman (Anlatı), Özgecan / Çarşamba Perisi (Anı), Thecla / Şifacı (Roman), Seni Sevdiğimi Kimseye Söylemedim (Roman), Naz Makamı (Köşe Yazıları), Kalbim Seninle 61 Kere (Köşe Yazıları).

Doğduğu köy olan Çınarlı’da inşa ettiği “Şana Taka” adlı kütüphanede edebi çalışmalarını sürdüren yazar evli ve iki çocuk babasıdır.