Kurallardır, yasaklardır, ayıplardır, günahlardır. Ahlak, üzerinden geçilemeyen inançsal ve beyinsel duvarlardır. / Herkesin uyması zorunludur, ama hiçbir yaptırımı yoktur. En ağır cezası, “ayıp, kınama, dışlamadır.” / Bu cezalar(!) zayıf ve güçsüz insanlarda etkili olur: “Düştüm mapus damlarına /(..)Namus belasına gardaş”; zengin ve güçlüler için çalma-çırpma-cinsellik “aşk” olur, “heyecan” olur, “macera” olur, değişiklik olur, yaşamında renk olur, ama ahlaksızlık olmaz.

Acaba doğada, hayvanlarda, bitkilerde, canlı-cansız nesnelerde ahlak var mıdır? “Hayır, doğada ahlak yoktur.” Orada da yaşam güçlülere göredir. Örneğin arı, bal alacağı çiçeği bilir ve konar. Engelleyemezsin. Ayıyı, aslanı, fili doğal ortamında durduramazsın. Hayvanlar doğaları gereği hareket ederler; denirse “içgüdüsel ahlakları” vardır, dışına çıkamazlar. Beyinleri vardır, düşünemezler, bilgi üretemezler, saklayamazlar, ihtiyaç duyunca kullanamazlar. İçgüdüleri dışında izleyecekleri ve uyacakları “kurallar sistematiği”,  yoktur.

İklim tüm canlılarda, insanlarda, bitkilerde, hayvanlarda etkilidir ve canlıları kendine benzetir. Her iklimin özel bitkileri, hayvanları vardır. “Uyumsuz” görünse de insan, her iklime uyma beceri ve başarısını gösterir. Suyun içinde, yer altında yaşar, buzdan yaptığı evlerde, uzayda, uzun süreli de olsa kalabilir.

“İlkel toplumlarda-kılanlarda-mağara devri insanlarında ahlak var mıdır” veya Hindistan ormanlarında bulunan çocuğun davranış biçimlerini sorgulasak, karşımıza, “toplumsal değerleri olan, hayvandan farklı, insan diyebileceğimiz bir varlık çıkabilir mi?”

Tarihi çağları anımsayın. Hani insanın ev yapmayı bilmediği, mağaralarda, ağaç kovuklarında yaşadığı “kaba taş” devrini… Ahlaki sorunları var mıydı o insanların? Hayata tutunma, güçlü hayvanlara karşı kendilerini koruma, iklim koşullarına-soğuğa-sıcağa-kara-rüzgara direnme, beslenme ve üreme gibi içgüdüsel hareketlerin dışında, uydukları aklın yarattığı “kuralları” var mıydı?

Zamanla öğrenen, bilgi üreten, saklayan, deneyim kazanan insanlar, bir arada yaşamayı saptayabildikleri kurallara bağladılar. Deneme yanılma yoluyla toplumsal alışkanlıkları-gelenekleri, görenekleri yarattılar. Adına aktöre ya da ahlak dediler. Herkesin uymasını zorunlu tuttular. Ama maddi ya da fiziki cezalar getiremediler. Sonraları bu kurallara “dinler” eklendi. Adaleti öteki dünyaya bıraktılar, “cehennemle cezalandıracaklarını” söylediler. / Ahlakın ve dinlerin yetersiz kaldığı bir yerde tekrar akıl devreye girdi. “Bu dünyanın suçu bu dünyada cezalandırılmalıydı, aksi halde yaşanan adalet olmazdı.” Akıl, “hukuku” keşfetti; “bu dünyaya ait adaletsizlikler, bu dünyada yargılanıp sonuca ulaştırılmalıdır” ilkesine vardı. Ünlü Hammurabi Yasaları bu amaçla çıkan en eski metinlerdir. Yargıyı, yargıçları, hak arayıcılarını ve savunucularını,   güvenlik güçlerini, infaz kurumlarını hapishaneleri zapt u rap altına aldı, kurumsallaştırdı. “Bu dünyada işlenen suçlar, cezasız kalmayacak, öteki dünyaya havale edilmeyecekti. Hukuk, adalet, yargı gereğini yapacaktı.

Ağaç kovuğunda, mağarada, çadırda-göçebe yaşayan insanların ahlaki kaygılarıyla köyler, kentler kuran insanların olumlu olumsuz-doğru yanlış davranışları aynı olabilir miydi? Tarım toplumu uygarlığının ahlakı, değer yargılarıyla, bilgi toplumu uygarlığının ahlakı, değer yargıları aynı olabilir miydi? Çölde yaşayan insanlarla, kutupta, Alaska’da yaşayan Eskimoların değer yargıları, toplumsal alışkanlıkları tıpatıp olabilir miydi?

Kimi toplumlarda-kimi kafalarda “ahlak”, o denli dar kapsamlı bir durumuna getirildi ki, salt cinsel içerikli ilişkileri anlatır, kadının etrafında döndürülür oldu: Ahlak=kadın=erkek.

Çalma çırpma, aldatma, kandırma, yalan konuşma, arkadan konuşma, hak yeme, çocuğa, kadına tecavüz, öldürme, emeği sömürme, hakkını vermeme ahlaksızlıktan sayılmadı. Metre yanlış ölçtü, terazi-kantar yanlış tarttı, kimse ağzını açıp şikâyette bulunmadı. “Beni sokmayan yılan bin yaşasın” dedi. Halk anlatılan yanlış konuşmalara, yanlış bilgilere hiç tepki vermedi.

Müteahhit çimentoyu az koydu, demirden, işçilikten çaldı; fahiş fiyata sattı; vergi kaçırdı; kaçakçılık yaptı, esrar-eroin alıp sattı; fabrikatör, ana bayi, esnaf zarar gösterdi, vergi vermedi…/ Devlet vatandaşa ödeteceği her vergiyi, alım-satım-özel tüketim vergisini, ka-de-ve-yi, dolaylı vergileri tam bir soygun düzeni içerisinde alırken müteahhitlerin milyar dolarlar tutan vergilerini, borçlarını affetti. / Vatandaşın ürününü, ücretini, maaşını kura, enflasyona göre artırmadı ve adil olamadı!

Cinsel içerikli davranışlarda bulunanlar, ötekine-berikine bakanlar ahlaksız olacaklar; ama yalan konuşanlar, aldatıp kandıranlar, insanların hakkını vermeyenler, hırsızlık yapanlar, demirden, çimentodan çalanlar, vergi kaçıranlar, madde alıp satanlar, ekonomik değerleri alt-üst edenler, ırz düşmanları, katiller, kaçakçılıkla, devleti soyarak zengin olanlar ahlaksız sayılmayacaklar…  Kötülükler karşısında susanlar, etliye, sütlüye karışmayanlar ahlaklı olacaklar… Öyle mi? Yeniden sormak gerekmez mi? Doğa mı ahlaksız, insanlar mı? Yoksa her ikisinde de geçerli olan “Orman Yasası” mı?

Sağlık ve sevgiyle kalın…